Bir cimri düşünün çevresi tarafından ötekileştirilen. Hiç olacak şey mi? Her ne kadar olması gereken buysa da hepimiz biliyoruz ki günümüz dünyasına döndüğümüzde yaşam tarzı bunu kaldıracak sağlam tabakaya henüz ulaşmadı.
14 Aralık’ta Kenan Işık’ın yönettiği Mehmet Ali Kaptanlar’ın alıp götürdüğü bir
devlet tiyatrosu oyunu olan Cimri’deydim. Ahmet Vefik Paşa’nın çevirip Bursa’da
sahneleterek Osmanlı’ya adapte ettiği Cimri’yi ben ilk olarak Kenan Işık’ın
yönetmenliğinde izlemiş bulundum. Klasik bir esere uygun bir dekor, uygun
kostümler ve onu evrensel boyuta ulaştıran piyano ile sahnedeki görsellik ve
işitsellik ruhu okşuyordu. Dekorda
dikkatimi en çok çeken noktalar Moliere’in resmi ve piyanonun merkeze konulmuş
olmasıydı. Moliere’in resminin duvarda
asılı oluşu, işi ciddileştiren bir imza niteliğindeydi.
Seyirciyi oyuna ısıtmak için henüz oyun başlamadan çalınan
piyano , salonun en kötü koltuğundan bilet aldığım için yakınmalarımı
susturacak kadar iyi geldi o an bana.
Oyunun başı, arası ve sonu gibi sınırları keskin çizilmiş bir zamanlama
da çalınmasaydı da kendisini sürekli hissedebilseydik belki daha iyi olabilirdi
diye düşünüyorum. Çünkü bana göre piyano
klasik bir esere eşlik edebilecek en doğru enstrümanlardan biridir ve eğer oyun
içerisinde dekorun merkezine yerleştirildiyse müzikal anlamda da sonuna kadar kullanılmalıdır.
Cimri’nin sahneleniş tercihlerinde kafa karıştıran
noktaların olduğunu hissettim izlerken. Öncelikle Ajda Pekkan’dan bildiğimiz “Palavra”
şarkısının “Parayla”tarzında yorumlanışının oyuna fazla geldiğini düşündüm.
Gerçekten böyle bir şeye ihtiyaç var mıydı veya neden ihtiyaç duyulmuştu? Zaten
oyun içerisinde Harpagon, çöpçatan, şoför gibi eseri günümüze çeken, klasik tarzı
kırıp metni evrensel boyuta taşıyan karakterler mevcuttu. Üstelik bu bir müzikal oyun değildi ve
bu anlamda bir hazırlığın sadece bir açıklaması olabilirdi; bu da oyunu
trajediden sıyırıp yönünü komediye çevirme düşüncesiydi. “Parayla” şarkısıyla seyircinin artan temposu sönük bir giriş sahnesiyle
havada kaldı. Genç oyuncuların ezber
yeteneklerine diyecek sözüm yok. Fakat özellikle
Çöpçatan rolündeki Zeynep Erkekli gibi metne canını kanını veren muhteşem bir
oyuncunun yanında, metnin kağıtta yazılış şekline kadar gözümüzün önüne getiren,
ezber oynayan oyuncular hem seyircinin afallamasına neden oldu hem de oyunu yavaşlattı.
Bir an şimdi bu komedi mi?, klasik mi?, trajedi mi? kararsızlığı yaşadım. Bu
duruma zamanla alışmaya başlasak bile, oyunun son sahnesinde” yıllar sonra
babaya kavuşma faslı” seyirci olarak bizden beklenilenden farklı tepkiler
vermemize sebep oldu maalesef.
Ne demişler önce tuzlu, sonrasında tatlı gelirmiş. Biraz da
tatlı tatlı anlatmaya başlayayım hemen. Oyun boyunca sürekli olumsuz yerlere
takılıp kalmadım tabi ki. Öyle sahneler de vardı ki açıkları kapatır cinstendi.
Mesela; Zeynep Erkekli, çöpçatan rolüyle Harpagon’dan para koparmaya
çalıştığı sahnesinde harikalar yarattı. Aşk koltuğunda Harpagon’a ettiği
iltifatlar, işveli cilveli tavırlar ve hareketli oyunculuğuyla bizleri gülmekten
kırdı geçirdi. Oradaki tek sıkıntı ise aşk koltuğunun arkalı önlü olması ve dolayısıyla
koltuğun bir tarafına oturan Harpagon’un sadece sırtını görebilmemiz oldu.
Favori olarak gördüğüm ikinci sahneye
gelelim şimdi de. Harpagon’un parasını kaybedişinin acısıyla ağlandığı sahneye
de başta görsellik açısından ve tabi ki oyunculuk açısından hayran kaldım.
Işıklar kapatıldığında ve pencereler maviye döndüğünde, bir cimrinin, parasını
kaybetmesinin sızısıyla yarattığı dünyasına götürdü bizleri Harpagon. Penceredeki
mavi ışık ve ardında dans eden ateş gibi
eller güzel bir ambiyans yarattı. Peki kimdi bu parayı çalan? Bunun derdine
düşen Harpagon’un “hırsız”ı bulma çabaları bizim tarafımızdaki ışıkları bile
yaktırdı. Seyirciyi oyuna dahil eden hırsız arayışını eğlenceli buldum. Ama izlediğim
diğer devlet tiyatrolarında da var olan “KİM BU HIRSIZ?” vurgusu Cimri’de de ne
kadar alkış alsa da bence Cimri’nin kurgusuna fazla geldi. DT’nin cesaretini,
izlediğim diğer tiyatrolarda gördüklerimi bu konuda ayakta alkışlarken, belki her
hafta farklı tiyatrolarda aynı vurguyu dinlemekten bıkmışlık sendromuna
girdiğimden böyle düşünüyorumdur kim bilir?
Sonuç olarak Cimri her ne kadar bir kaç noktada beni üzse de,
ortada yazılmış upuzun bir metnin ve o metnin arkasında duran sağlam
oyuncuların verdikleri emeğin var olduğu göz ardı edilemez bir gerçek. Devlet
tiyatrosu olmasının avantajıyla da olsa dekoru ve kostümlerinden de tam not
aldı benden. İzlemenizi tavsiye ederim.
#tiyatroyagidin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Yorumlarınızı beklerim.