5 Mart 2015

Yazılmayan Hikaye

Daha iyi hissettiren bir günün sonunda kendini karanlığa hapseden ve soyutlayan odasında, yalnızlığıyla iki kat yüzleşen bir kız çocuğunun hiçliği ile tanışması için erken bir vakitti. Çocukluğunda cennetin bahçelerine ulaştıran zihni öyle arafta kalmıştı ki kilometrelerce uzakta tutuyordu varlığını. Zihninin duvarlarına çarpan kelimeler geçen saniyelerle bir olmuş büyük patlamalar meydana getiriyordu. Ne kadar acımasızlardı, her birinin özenle işlenmiş bir anısı vardı oysa ki. Bir soru soruyorlardı sanki oluşturdukları en ince sızıda bile. Hayat yolunda dümdüz gidip tepetaklak bakabilmeyi becerebilen bir insana gülümsemek suç muydu? Olmamalıydı. İnsan hayatta kaç defa kendisini gördüğü gözlere rastlardı? Öfkeleniyordu her sızıda kız çocuğu öfkelendiren bu nereden geldiğini bilmek istemediği sorulardı. Gerçekler için zorluyorlardı ama bir faydası olamazdı artık. Kulağını kapatamadığı tek düşmanıydı son zamanlarda zihni. Bu sefer de kazanamadı diğer seferinde olduğu gibi.

Tutku çok uzaktı artık.. Öyle uzaktı ki, kendisini tutkulaştıramayacak kadar aynalara küstürüyordu kız çocuğunu. Aynalar fobisi değildi, arkasına sığındığı bir yalandan ibaretti. Terk edilmişliği yaşıyordu güneşin altında. Oysa güneşle doğmaz mıydı tüm umutlar? Güneşten beklentisi ona geçirdiği kötü günleri hatırlatıyordu. Lodos ne çok şey götürmüştü kendinden. Yarım kalan nefesinin dışında kalanlar bile gitmişti lodosla. Nefesine katamadığı tüm güzellikleri merak ediyordu. Bilse yarım bırakır mıydı şu güzelim nefesi? Doktorun dediğine göre solumuyordu bile. Son iki üç yıldır onu güldüren en komik cümleydi bu. Bir haklılık gururuyla tüm gün gülümsetti onu. Güzel şeyleri içine çekmemesi hep o beyaz tenli adamın suçuydu. Bembeyaz bir adam kocaman bir bağlanma yetisini yerle bir edip lodosa kaptırmıştı kendisini... Gidişinin ardında bıraktığı “her şeyi” olmak kadar ağır bir acı olamazdı hem de onun sesini bile unutmuşken.

Küçük yaşlarda dünya kadar önemsenmiş ve bolca gülmüş olmalıydı zavallı kız çocuğu. Yoksa en azından karşısına çıkan beklenti dolu tebessümlere kanabilirdi. Çağın gülümseyişlerine, okşayışlarına, dolunayın sahte sarhoşluğuna... 

Herhangi bir rengin içine doğmak da en az muhtaç olmak kadar suç olmalıydı diye düşüyordu. Cezası sadakat olan büyük bir suç. Ömür boyunca ödenmeliydi. Tüm gerçekliği kana kana içmiş yıllar boyunca kız çocuğu. Hikayesini duyan şaşıp kalırdı belki ama kimse sormaya tenezzül etmiyordu. Sormasınlar zaten diye düşünürdü her yola çıktığında gözlerini başıyla aynı hizada tutarak. Dünyaya geldiği rengin çizgilerini çizdiğini sanırdı aşık olduğu şehrin kaldırımlarına. Yol bilmemesi arkasına sığındığı diğer bir yalandı. Belki bir gün dünyanın küçücük kalmış haline bakan biri anlar sanıyordu bıraktığı çizgilerden, neyi aradığını, neyden kaçtığını. Ne kadar yanılıyordu oysa ki... Ne günün birinde birisi çıkıp dünyanın küçüklüğüne inanacak ve uzaktan bakacak ne de bir gün kız çocuğunun adını anımsayan biri kalacak... Sersemliğine doymasın dimi? 

Herkesin fark ettiği kimsenin tanımadığı bu kız çocuğunu yazmak o kadar zor ki. Öyküsünü zamana mekana sığdırmak için en az onun kadar sersem olmalı insan. Belki bir gün tutkusunun rüzgarına kaptırır kendini, aklını başına alır, zihniyle yüzleşir ve kelime orkestrasının şefi olur. Belki de lodosa kaptırır kendini koca yürekli beyaz adamın peşine düşer ve içine doğduğu saydamlığın sahici rüyasına uyanır.

4 yorum:

  1. insanoğlu zamanın çok çabuk geçtiğini hayatının köşe taşlarını hatırladığı zaman daha bir kavrıyor ve kahırlanıyor sanki. misal ben bazen bu zamana ait olmadığını düşünürüm de hangi zamana ait olduğumu çıkaramam. belki de zaman doğru mekan yanlıştır. bilemiyorum. ama bu zaman-mekan mehvumu çözen bir allahın kuluna rastlamadım henüz. ha dersen ki rastlasan ne olacak? ne bileyim en azından bir umudum olurdu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben hep en sevdiğim anların rüyasına zamanlamışım kendimi, belki de bundan uykuyu çok severim. Düşündüm de iyi ki de çoğu insan zaman mekan üzerine düşünmeye erişmiyor.. Günümüzden daha fazla özsel katliam ile karşılaşırdık o zaman. Çünkü insan hep nerede değilse orada olmak ister ve mutluluğu öyle zanneder. Buna inanıyorum.

      Sil
  2. Yaşamak bir sanattı ya da şans. Ben bu iki evre arasına gidip gelirim çoğu kez Aslı. Karamsarlık gördüklerimizden bir türlü kurtulamama beceriksizliğinden geliyordu. Ben beceriksiz bir adamdım, ama bazen hayatı sanatlaştırabiliyordum. Uyku yorumun da çok iyiydi :) Ben de bazen bu sebeple uyurum... Hayallere kaçmak hayatın şanssızlaştığı anlarda...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Böyle sırtından vuran gerçeklere karşı beceriksiz duruş ve sersem bakan bir çift göz olmak güzel şey doğrusu. Hayallere kaçıp yaşamı sanatsallaştırmak herkesin harcı değil... Ne mutlu bize Serkan :)

      Sil

Zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Yorumlarınızı beklerim.

Recommendations by Engageya