20 Mart 2015

4. Psikeart Günleri Notlarım // "Beyza'nın Kadınları"

Sanat ve psikiyatriyi buluşturan Psikeart dergisi ile bu sene dördüncüsü gerçekleştirilen Psikeart Günlerinde tanıştım. Ülkemizin önde gelen psikiyatrları, sanatçıları ve üniversitelerin çeşitli bölümlerinden gelen hocaları ile toplam üç gün süren PsikeArt şöleni yaşadık. Özellikle blogger arkadaşlarımın psikiyatri ve sanat alanlarıyla yakından ilgilendiklerini bildiğimden katılabildiğim oturumlarda aldığım notları paylaşmak istedim.

Gördüğüm kadarıyla Psikeart günlerinin arkasında çalışkan bir ekip, müthiş bir organizasyon ruhu ve inanç var. Oturumlarda ufak tefek aksaklıklar olsa da sabah 09.00 dan akşam 20.00'a kadar dolu dizgin devam etti. Ve bütün sunumlar konferans salonunun sıcak, hafif uykuya meyilleten loş havasına rağmen akıcı ve ilgi çekiciydi.

6 Mart Cuma günü heyecanla katıldığım ilk oturum, Mustafa Altıoklar'ın filmi "Beyza'nın Kadınları" üzerineydi ve söyleşi havasında geçti. Aslında planlandığı gibi Demet Evgar'da katılım sağlasaydı daha güzel olabilirdi. Hem böylece filmdeki karakterin yaşadığı travmanın o karakteri gerçekleştiren oyuncuda bıraktığı izleri öğrenebilirdik. Beyza'nın Kadınları'nda Demet Evgar'ın performansı sayesinde hikayeye inanıp filmin içine girenler bilirler, Evgar'ın sahneleri çok zordu ve mekanlarda bir o kadar duygunun içine alıyordu. Filmin yönetmeni olan Mustafa Altıoklar'da maalesef oturumun sonuna doğru katılım gösterebildi (nedeni ise trafikti ve aynı sorundan bende muzdarip olduğumdan kızamadım kendisine). Oturum başkanı, katılımcılar ve konuk arasında söyleşi üçgeni oluşturuldu. Olduğu gibi aktarayım.


Senaryonun hazırlanışı ve film çekimi sırasında neler yaşandı diye sordu oturum başkanı. Altıoklar, iki asistanının bu aşamada kendisine çok yardımcı olduğunu söyledi. Fizik Tedavi ve rehabilitasyon mezunu olduğunu da söyleşi sırasında öğrendim ben. Bu alana ilgisi de lise zamanından beri geliyormuş. Bu sebeple psikiyatri konusunda film içerisinde bir hata yapmış olsaydı bunun kendisini çok üzeceğinden bahsetti bizlere.

"Beyza'nın Kadınları"nın yüksek gişe beklentisi olmayan bir film olarak vizyona girdiğini söyledi Altıoklar. Bunu da sübliminal çalışmaların Türkiye'de es geçilen bir alan oluşuna bağladı kendisi. Genelde sübliminal çalışmaların merak uyandırma ve reklam adına araç olarak kullanılmasını yadırgar gibi geldi bana. Reklamdan ziyade seyircinin keyif almasını hedefleyerek hazırlamış senaryoyu. Bence bu yüzden filmdeki sahneler yalın, akıcı ve gerçekçi olmayı başarmış.

Filmin müzikleri için o esnada yurt dışındaki evinde olan Fahir Atakoğlu'nun yanına gitmiş Altıoklar. İşini nasıl büyük bir tutkuyla yaptığı da bunca zahmetinden belli oluyor. Hiçbir şekilde filmde açık kalmasın diye çok emek vermiş ve bu azmiyle başarıyı yakalamış, tıpkı diğer işlerindeki gibi.

Başrol seçiminde de titiz bir arayışa girmiş yönetmen. Hülya Avşar olsun tarzı öneriler gelmiş fakat özel hayatıyla bu kadar gündemde olan bir sanatçının senaryonun gerçekçiliğini törpüleyeceğini düşünmüş. (Yoksa Hülya Avşar'ın oyunculuğunu takdir ettiğini özellikle belirtti konuşmasında) Demet Evgar'ı tiyatro oyununda keşfetmiş Altıoklar. Ve ilk olarak banyodaki sahneyi oynatmış kendisine. Oradan aldığı güvence ile de filme başlamışlar.

Fizik Tedavi alanından sinemaya nasıl ve neden geçtiğini sordu bir katılımcı. (Soruyu soran da bir tıp öğrencisiydi bu arada bir çok tıp okuyanın damarlarından yönetmen kanı akıyor olduğunu gözlemledim. Ee bu doktorlar dizileri boşuna çıkmıyormuş. Hadi bakalım.) Altıoklar, sanatla ilişkisinin ilkokuldan beri geldiğini söyledi ilk olarak. Annesinin daktilo seslerini hala hatırladığını ve annesinin daktilo ile olan bağının kendisinin okuma yazmayla ilişkisini olumlu şekilde etkilediğinden bahsetti. Tıp Fakültesinin bu bağı bir 6 sene kadar geri çektiğini söyledi.

Bir sonraki soru (ki en önemlisiydi bence) çoklu kişilik bozukluğunun taklit edilip edilememesiyle ilgiliydi. Soruyu soran yine bir tıp öğrencisiydi ve Demet Evgar'ın muhteşem oyunculuğunun fazlasıyla gerçekçi olmasından yola çıkarak bunu merak ettiğini söyledi. Altıoklar ise hastaların hekimleri sürekli olarak kandırma manevralarının olabileceğini söyledi. İhsan Oktay Anar'ın evine gittiği bir günün anısını paylaştı bizlerle. İhsan Oktay'ın evinde bir kitap bulduğunu ve şaşırdığını söyledi. Kitabın ismi "Hırsızın El Kitabı" ve yayın yayın evi Emniyet Teşkilatı... Güzel bir örnek oldu bu soruya... Her durumun bir açıklaması, anlaşılır bir testi vardır elbet. Ama ne yazık ki benim gözlemlediğim kadarıyla psikiyatri fazla gelişemedi benim güzel ülkemde. Hatta çaresizlik çektiğimiz en önemli problemlerimizden biri diyebiliriz.  Evet kişilik bozuklukları, şizofreni ve daha nicesi testlerle anlaşılabilir, ama gel gör ki test yapalım diye heveslenen, bu insanları takip eden bir sistemimiz henüz yok. Kanıtı ise günbegün karşımıza çıkan cinnet ve cinayet haberleridir.

Mustafa Altıoklar'a sorulan son soru Beyza'nın Kadınları'nda karakterlere verdiği isimlerin bir anlamı olup olmamasıydı. Altıoklar, Beyza isminin nötr bir durumu yansıttığını söyledi. Alt karakterlerin hepsinin birer rengi olduğunu fakat Beyza'nın hiçbir renginin olmadığını hatta bu yüzden seçtikleri kıyafetlerin renginin beyaz olduğunu söyledi. Hatta ve hatta Beyza'nın sıkıcı bir kadın olduğunu söyledi (ki bence öyle değil, hayatın açtığı her yara insanın savunma mekanizmasını adeta dört duvara çevirip onu renksizleştiriyor diye düşünüyorum.) Rabia ismini ise mistik, Dilara ismini de dışa dönük ve egoistik bulduğu için tercih etmiş yönetmen.

İlk oturum böyle sonlanmıştı.

Diğer oturumları da vakit buldukça sırasıyla paylaşacağım..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Yorumlarınızı beklerim.

Recommendations by Engageya