Kırmızı gökyüzünün çiseleyen yağmurlarıyla yüreğinin karanlığı akıp gidiyordu kadının. Etrafında gördüğü koca duvarlar içinde bulunduğu karmaşıklığı bıçak gibi kesiyor ve zihninin aklanmasına yardım ediyordu sanki. Sahi ya ne olmuştu korkularına? Hepsiyle yüzleşiyordu, bütün korkularıyla.. Yalnızlığının aşıladığı o sersem yapışkan korkusuyla, tutkusuna ket vuran yanlış yapma korkusuyla, kendisi ile yüzleşmesine engel olan kapalı alan korkusuyla, özgürlüğüne küstüren gecenin ıssızlığında kalma korkusuyla. Tüm bu korkularıyla yüzleşirken kendine dışarıdan bakmayı ihmal etmiyordu. Bedeni hareketsiz olabilirdi ama ruhu her açıdan tüm duyusuyla onun hayatına uzanıyordu. Ruhu görüyordu, hissediyordu. Ona bakan bir çift göz çok yanlış anlıyordu kadını, biliyordu.
Bir başlangıç hikayesiydi...
Henüz doğrusunu yanlışını kestiremediği bir hikayeye yeni başlıyordu kadın.
Bırak artık şu aptal kontrol mekanizmanı arkanda be kadın! Hayat kaçıyor işte görmüyor musun? Kapısını belki de son şansın olacak bir güne açıyordu gece. Gir içeri. Mutlusun işte, en mutsuz olacağın anlarda. Hiçbir şey hissetmene veya hissettiklerine tutulmana gerek yok. Sen suratına bakan insanların gördüğü değilsin. Sen henüz keşfedemediğinsin. Hayatın boyunca izine düştüğün bir türlü yamacına ulaşamadığınsın. Sen, zihnini bulandıran tüm soru işaretlerinin cevabısın. Çok yakınsın kendine. Yeter artık! Bakma aynaya. Bakman gereken başka bir yer var, çok yakınsın. Maviliği aş, çevrendeki duvarlara bak, duvarların ötesindesin, bedensiz bir gerçekliğin izindesin artık kadın. Bu, ne sığ bir özgürlük ne dönülmez bir yanılgı ne de sahte bir yansıma. Sen gerçekliğin en kırmızı halisin.
Artık baş başayız kadın.
Artık dışarıdan bakıp sırlarını yüzüne vuran değil,
bizzat sırrın olacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Yorumlarınızı beklerim.