Ben üç hafta önce farkettim ki herkesin içinde saklı tuttuğu bir Bergerac'ı var aslında. Aynaya her açışında gözlerini, bazen görmezden gelir sinsice, bazense en memnuniyetsiz bakışıyla selamlar onu. İnancının esiri olduğu zamanlarda ise daha bir yakın olmaya çalışır kusuruna. Onun varlığını sindirmeye çalışır ama beceremez. Çünkü yüzeyseldir bakışları, kaçırır gözlerini yansımasından. Dünyanın en çirkin yalanına bile bile kanmak zorunda hissetmekten yorgun hisseder kendini. Çoğunlukla da iç sesiyle iyi olan ilişkileri, saklamaya çalıştığı zayıflığını keşfeden insanlarla karşılaştıkça bozulur, küstürür onu daha bir kendine. Eğer şansı varsa ve sevilmeyi öğrenirse, mucizesine bir adım daha yaklaştırır bu sevgi onu.Yani kendi Bergerac'ını tanımaya başlar. İşte o zaman anlar ki zincirin en zayıf halkasının zincirin varoluşunda kutsal bir görevi vardır aslında..
İnsanın kutsalı, kusurunun kabukları arasındadır çoğu zaman. Yaşamı boyunca kendi kutsalını arar ve kendini farklı kılacak özelliğiyle tanışmak için yıllar boyunca emekler. Çünkü inanır hep, varoluş meselesi istisnasız aynıyken varlığın çözülüşü ve özü farklı farklıdır. Belki bu öz denilen şey aslında bir görevdir, belki de anahtarıdır bir sonraki aşamanın. Nasıl inanmışsa, neye yöneldiyse, o amaca adar kendisini. Bazen burnunun ucunda gizlidir özü, hele bir de kaderi Bergerac gibiyse..
Sahnede Yiğit Sertdemir'in dokunuşuyla canlanan Cyrano De Bergerac'ı izlerken Frida Kahlo aklımın bir köşesinden el sallayıp durdu bana. Nereden çıktı diyecek olursanız, ben ikisi arasında muhteşem bir benzerlik kurdum kafamda. Yıllar önce Frida'nın hikayesiyle tanıştığımda hissettiğim duyguları Bergerac'ı izlerken tazeledim. Hatta ufak bir enselenme duygusu da yaşamadım değil. Frida bende kısa süreli kalıcı kararlar aldırmıştı zamanında. Fakat ben yine sırtımı dönerek kendime, kurallarımı bir güzel ertelemişim. Oyunu izledikten sonra da düşündüm ki benim gibi ayna fobisi olan bir insanın karşısına aynı tarz hikayelerin çıkması tesadüfi değildir. Bu yüzden bu satırları yazıyorumdur belkide. Daha öncede bahsetmişimdir yazarak yüzleşmek bir nevi arınmak olmuştur benim için. Aynaya bakıp küstüğün suratın hakkında biriktirdiklerinden arınmak gibi.. Veya her ne ise işte.. Frida'da böyle arınıyordu, kendini bambaşka resmediyordu, gerçek hissettiği Frida olarak. Onun hikayesini duyduğunuzda mutlaka sorgulamışsınızdır diye düşünüyorum.. - Hangisi Frida? Gördüğüm mü? Frida'nın gösterdiği mi? - Ben her zaman Frida'ya onun gözünden bakmışım şimdiye kadar.. Bergerac'ı da aşkını anlatışıyla, şiirleriyle, nezaketi ve gözünü kararttığı gururuyla hatırlar o güzel burnundan öperim.. "Mesele görünüş değil" gibi basit bir cümleyle anlatmak hoş değil bu derin konuyu ama bu insanların hikayeleri de hiç basit değil işte.
Bergerac kendine hayran bırakan bir yalın bir edebi dile sahip. Tek problemi asla barışamadığı suratını aşkına dönmekte zorlanması. İnsan oyunu izlediğinde kendini buluyor onun bu özelliğinde. Çoğu insan kendini ve duygularını anlatmakta zorluk çekiyor. Çoğu insan da Bergerac gibi yazarak anlatıyor. Bende onlardan biriyim, kendimi yalın bir şekilde anlatma problemi yaşadığım söylenemez. Bazı istisnai durumlar haricinde tabi ki. Kimin yoktur ki hem içten içe kekelediği durumlar? Mutlaka kendi yarattığın o dağın zirvesine ulaşmak uğruna bazı tehlikeleri göze alıyor, kayıp yuvarlanıyor ve gücünü toplayıp yeniden tırmanmaya başlıyorsun. Kimi zamanlarda da -tabi bu içindeki Bergerac'la alakalı olabiliyor- pes ediyor, geri çekiliyor iç huzurum bana yeter diyerek evinin yolunu tutuyorsun. Hani sonu giz'de saklı dediğim durum var ya, tam da bu oluyor. İkisinin de sonucunu kestiremiyorsun. Kendine iyi bir şey mi kötü bir şey mi yaptığını asla bilemiyorsun.
Bir cümle var ya hani, "Kendin ol."... Eğer oldu da yolunuz dünyaya düştüyse bu cümle sizin yazmakla sorumlu olduğunuz ana tez konunuzdur ve hissetmeden bile olsa yazar notunuzu şlap diye yüzünüze alırsınız. İşte tam bu yüzden kafalar hep karışık, yani o konsantrasyonlarımız boşuna bozulmuyor güzel ülkemin sınav sistemi mağdurları.
Sözün özü; yazıyorum yazmasına, arınıyorum da ama ben de hala emekliyorum keşif yolunda. İşaretlere inanıyorum, bir şeyler yardımcı oluyor bizlere bu yüzden derin bakmak lazım karşılaştığımız hikayelere. Tabi benim kadar dümdüz derinlemesine dalmak da akıl karı olmayabilir. Bir Bergerac mektubuna sadık kalıp ömür boyu aynı satırlarda aşkı yaşama potansiyeline sahip olmak da sonu iyi biten oyunlar yazdırmıyor nihayetinde.
Kendinize sadık kaldığınız bir aşk dileğiyle..
*Hercule-Savinien de Cyrano de Bergerac (6 Mart, 1619 – 28 Temmuz, 1655) Paris doğumlu Fransız oyun yazarı ve düellocu.Aynı zamanda yetenekli bir asker ve şair olan Bergerac'ın askerliği babadan gelmektedir.Zira babası Solomon Bergerac orduda albaydı. Bir "libertin"dir yani kiliseyle kralın sanat üzerinde uyguladıkları mutlak monarşiyi (akademiler) reddeder. Hatta bu yüzden kralın casusları tarafından düzenlenen bir suikasta kurban gitmiştir. Bugün çoğunlukla hayat hikâyesinden uyarlanarak yazılmış sanat eserleri ve bu eserlerdeki kurgusal karakterle anılmaktadır. Özellikle Edmond Rostand tarafından yazılmış ve aynı ismi taşıyanCyrano de Bergerac adlı oyun çok ünlenmiştir. Kurgusal karakterlerde genellikle çok büyük bir burna sahip olmakla karakterize edilmiştir.
Off aşırı oturaklı bir bloğa denk geldim.. Vayyyy... Ama beğendim de. Beğenmeyip ne yapıcam. Sanki daha iyisini yapabilecem de.. O değil de .... Vay canınaaaaa... Tam başka cümle yazayım derken sürekli vay canına demek de fena.. Aptal olduğum belli oluyo mu çok ?
YanıtlaSilHadi gittim.
Syrakusa sen biraz çok harikulade mütevazi misin sanki? Bu sonunu istedigim her yere baglayabilecegim tatli yorumun icin tesekkuurlerrr, ayrıca böyle bisey aptalliksa vay canına :) Yine gel
Sil