TÜRK SOSYOLOJİSİNDE KÖY KAVRAMI
Köy kavramı Türk sosyolojisinin ilk alan araştırma konusu ve temel konularından biri olmuştur. Köylerin bu kadar önemli olmasının nedeni Türk toplumunu tanımlamamıza yardım etmesidir. Köy içi ilişkiler Türk toplumunu tanımlama da sosyologlara ışık tutmuştur. Sosyoloji araştırmalarında kullanılan modeller, köy çevresinde ki sorunları ele alırken ortaya çıkartılmıştır.
Köy araştırmalarının ve tartışmalarının yaygınlaşmaya başladığı dönem Cumhuriyet dönemi olmuştur. Bu nedenle köy konusu 19 yy'daki edebiyat örneklerine malzeme olmayı başarmıştır. Yine bu dönemde köy hakkında ki tartışmalar Batı’da da gerçekleşmeye başlamıştır. İşte Batı düşüncesinin ülkemize sızmaya başladığı ve ülkemizde yancı bulduğu ilk konu “köy” olmuştur.
OSMANLI DÖNEMİNDE KÖY KAVRAMI
Osmanlı’nın temeli geleneksel Doğu toplumları gibi tarım değil siyaset olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu için kendi iç ilişkilerinden çok dünya siyasetinde oynadığı rol, kazandığı topraklar ve devletler arası statüsü her zaman daha önemli olmuştur. Bu yüzden Batıda ki köy tartışmaları Osmanlı da etki yaratmamıştır.
Osmanlı’nın köy halkıyla aralarındaki bu kopuk ilişkinin en temel nedeni toprak sistemidir. Toprak mülkiyeti her daim devletin elindedir ve köylü toprağı boş bırakamaz, devredemez, kiralayamaz ve satamaz durumdadır. Köylü devletin askeri görevlisi bir sipahi tarafından yönetilir. Bu da demek oluyor ki Osmanlı da devletle köylü arasında ki ilişki askeri bir karakter taşımaktadır. Fakat 1858 yılındaki Arazi Kanunnamesiyle toprakların özel mülkiyet hakkı para karşılığı halka verilirken bu askeri ilişki sonlanmıştır.
Köycülük açısından bakıldığında Osmanlı dönemi Anadolu’daki köyleri kötü etkilemiştir. O dönemde kültür karışıklığı insanların tek bir kültür üzerine uzlaşmasını engellemiş Orta Asya Türklerinden süregelen kültürü zedelemiştir.
TÜRKİYE’DE KÖYCÜLÜK İDEOLOJİSİ
Osmanlılık ve yeni devlet birbirine zıt tabanlı olmuştur. Araştırmalara göre Osmanlının zararı bu zıtlığa dayanarak köylerde aranmıştır. Yani eskinin en çok tahribatı aslında hala köylerde görülmektedir. Bu yüzden “köylü devlet” damgası yeni devleti Osmanlı’dan ayıran çok önemli bir ayrıntı olmuştur.
Türkiye nüfusunun %70’ini kapsayan en esaslı müessese köy olmuştur. Türkiye benliğini köylü unsurlarından sağlamış ve köylü varlığı üzerine kurulmuş bir devlettir ve nüfusunun dörtte üçü köyde oturan, geriye kalanı da soy ve iş itibarı ile köyle ilişkili insanlardan olmuştur. İşte bu yüzden yeni devlet, halktan en üst verimi yakalayabilmek için köylüye ılımlı davranmaz ve onu şehirli insandan asla ayırmaz. Köylünün haklarını korur.
Türklerin tarihi boyunca zor şartlarla karşılaşan köyler Cumhuriyet’le birlikte zorbaların oyuncağı olmaktan çıkarak kendi benliğinden kaybettiği parçaları yeniden yerine koyup yoluna devam etmeye başlamıştır. Köylüye bu imkanların kapısını açan Cumhuriyet Halk Partisi bütün dünyada köylüyü her bakımdan önemli sayan ve köylünün her alanda gelişimini sağlayan ilk siyasal parti olma şerefini kazanmıştır.
Bu dönemde köycülük en çok ilgi çeken konu olmuştur. Köycülük programının en büyük amacı Osmanlı’dan kurtulup kendi benliği ile yoluna devam eden köylerin kendiliğinden bir şey yapmak istemesini ve her şeyi devletten beklememesini sağlamaktır. Bu miskin ruhu, asırların kökleştirdiği bu iradesizliği yıkmak için Halkevleri tarafından “köycülük şubeleri” kurulmuştur.
Tonguç’a göre “Bugünkü köylü, bir karşılık istemeden devlete istediklerini veren, hiçbir mesele karşısında yaygaracılık etmeyen, memleket işleriyle ilgili her türlü yükü sırtına alıp ses çıkarmadan taşıyan bir insandır.”
Köylü saf ve muhafazakardır. Geleneklerine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu yüzden inkılapların ayak seslerinin ilk olarak köylerde duyurulması, yeni sistem ve kültür ögelerinin köylere aşılanması onların köklü ve sağlam bir şekilde doğmasına neden olur.
Osmanlı geçmişinin tahribatı sonucu şehir hayatı köy hayatından tamamen kopuk olmuştur. Bu durum nedeniyle köylü şehirde afallarken, şehirli köyde bunalım durumundadır. Bu yüzden yeni değişimlere ihtiyaç olmuştur ve bunun nihayetinde devlet eğitim ve toprak reformları üzerinde yoğunlaşmıştır.
YENİ DEVLETTE KÖY TEMALI YAYIMLAR VE UYGULAMALAR
Yayınlar:
Köy kavramı Türk Yurdu Dergisinin 1924 sonrası yayımlarında daha çok edebi yönden ele alınmıştır. Bu yayımlar da köycülük genellikle “halkçılık” kelimesinin çağrıştırdığı anlamlarla kullanılmıştır. Köy hakkında yazan ve köyü Türk kültürünün kaynağı olarak gören sanatçılar Fuat Köprülü, Mehmet Emin Bey ve Hamdullah Suphi olmuştur.
Diğer dergilerde de “folklor” konuları ana malzeme olmuştur. Ninni derlemekten düğün adetlerine kadar her çeşit “Türk izi” Anadolu köylerinde araştırılıp yayımlanmıştır.
Atsız Mecmua dergisinde ise “Türk ailesinde kadının yerinin İslamlaşma döneminde şehirlerde bozulmaya yüz tuttuğu, köylerde ise varlığını hala sürdürdüğü” ve “Orta Asya Türklerinin özelliklerini köylerin koruduğu, inkılapların köyde başlayıp köyde gelişeceği, köyün her şeye temel olduğu, köylerin çocukları cemiyete en faydalı şekilde –asker olarak- yetiştirdikleri” hakkında yazılar yayımlamışlardır.
Köy konulu ilk eserler başlangıç yılı 1924 olan dergiler olmuştur. Kitaplar ise 1929 yılından itibaren yayımlanmaya başlamıştır. Fakat Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanı 1922 yılında yayımlanmıştır bir istisna sayılabilir. Bu romanda köy, mekan olarak kullanışmış az da olsa kendisinden izlenim bırakmıştır fakat derinlemesine bir şekilde köy yaşamını ve kültürünü yansıtmamıştır.
1928 alfabe değişikliğinden sonra ise “Toprak nedir?”, “Nasıl işlenir?” temalı kitaplar yayımlanarak köylünün toprağı bilinçli bir şekilde işlemesi sağlanmaya çalışılmıştır. Toprak temalı bu yayımlar ekonomiyi sağlamlaştırmak amacı taşıyan iktisadi eserlerle devam etmiştir.
Uygulamalar:
Uygulamalar, toplumun talepleri sonrasında yeni devletin kurulmasıyla 1924 tarihli Köy Kanunu ile başlamıştır. Bunun anlamı Osmanlıdan sonra büyük hasar görmüş ve kendi haline bırakılmış köylerin yeni devlete ılımlı bakmasını sağlamak ve aralarındaki ilişkiyi kuvvetlendirmek olmuştur. Köylüye yeni devletin kendilerine yaklaşımının Osmanlıdan çok farklı olduğunu aşılanmaya çalışılmıştır. Uygulanan ilk durum aşar vergisinin kaldırılması olmuştur. -Aşar vergisi köylünün işlediği topraktan çıkardığı ürünün 10 da 1 i kadar devlete vergi ödemesidir.-
1926 da getirilen uygulama, yasal değişiklikle Ziraat Bankasının köylülerin kurduğu anonim bir şirket olarak örgütlenmesi olmuştur. Bu uygulama biçimsel bir değişikliğin göstergesidir. Köylü iş alanında aktif bir rol oynayarak daha çok hızlandırılmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte ilk şeker fabrikası kurulmuş fakat bu durum köylüyü kaygılandırmıştır.
1927 yılında köy eğitimi yasası çıkartılarak, 3 yıllık ilkokullar açılmıştır. Bu sayede köylerin kökten bir bilinç aşılanmaya başlamıştır. Eğitim demek yasalarla belirlenmiş tek bir müfredat sayesinde ülkenin tamamına üzerinde uzlaşılmış değer yargılarını ve en önemlisi kültürü aşılamak demektir. Böylece ulusalcılığa giden yolda büyük bir adım atılmıştır.
1927 yılında ilk tarım ve sanayi sayımı yapılmış ve büyük bir oranla Türkiye’nin “köylü ülkesi” gerçeği meydana çıkmıştır. Bu durum sosyolojide Türk toplumunu araştırırken model olarak köylerin alınacağını vurgulayan en önemli uygulama sonucudur. Çünkü dörtte üçü köy kökenli bir memleketin, kültürünün aynası yine köyleri olacaktır.
1928 yılında ise Ziraat öğrenimi için köylerde eğitim gören kadro bir süreliğine yurt dışına eğitim için gönderilmiştir.
1932’de halk evleri açılmıştır ve kurumlaşmaların ilk örnekleri olan Türkocağı vb. kurulumlar kapatılmıştır.
TÜRK TOPLUMUNDA KÖY ENSTİTÜLERİNİN YERİ VE ÖNEMİ
Yeni devletin köylüye karşı tüm bu ılımlı yaklaşımlarından sonra 1937 yılları sırasında köylerin kalkınması ve her konuda eğitim verilip gelişmesi için yapılan en büyük ve etkili uygulama olan köy enstitüleri hayata geçirilmeye başlandı.
Devrimin önder kadroları, 1935’te CHP’nin 4. Kongresinde köyün kalkınması için önlem almaya karar vermişler fakat bunun nasıl gerçekleşeceği konusunda fikir bulamamışlardı. O zamanın Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın, Mustafa Kemal’e “Elimde para var fakat eleman yok.” demesinin üzerine Mustafa Kemal yeni bir fikir üretti ve içinde yetiştiği camiayı yani askerleri bu konuda devreye sokmayı, askerliğini çavuş olarak yapmış, okuma-yazma bilen gençleri kendi köylerine “eğitmen” olarak görevlendirmeyi düşündü.
Köy Eğitim Projesi’nin en faydalı hale getirilmesi için o zamanın bakanı Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç’u görevlendirildi. İsmail Hakkı Tonguç Gazi Eğitim Enstitüsünde elişi eğitmenliği yapıyordu. Bu konuda görevlendirilmesinin en büyük nedeni eğitim konusunda ki araştırma ve incelemeleri olmuştur. Bu araştırmaları çeşitli yabancı eğitim kaynaklarından sağladığı çeviriler sayesinde yapmış olması onun bakış açısını genişletmiştir. Bu yüzden, o günden sonra Mustafa Kemal tarafından İlköğretim Genel Müdürlüğüne atanmıştır.
Artık köy eğitim projesi için bir şeyler yapılma vakti gelmişti. Orduda çavuş ve onbaşı olarak askerliğini yapmış 85 kişi köylerinden çağrılıp ilk olarak Eskişehir-Çifteler’de ki eğitime alındılar. Burada 6 ay kurs görecekler ve daha sonra köylerine yollanıp çocuklara temel eğitim dersleri vereceklerdi. Eğitmenler burada sadece eğitim görmemişler aynı zamanda enstitü binası yapılsın diye 40 bin kerpiç kesmişlerdi. Ve karşılığında sadece o zamana göre az bir miktar olan 2 Lira harçlık alabiliyorlardı. Sonunda 6 aylık eğitim serüveni 20.10.1939 tarihinde bitmiş ve çavuşlar eğitmen olarak köylerine yollanmışlardı. Köylerine yollanan çavuşlar kendilerine öğretildiği gibi çocuklara temel eğitim dersleri verirken aynı zamanda geceleri yetişkinler için okuma-yazma dersleri veriyorlardı. Aynı zamanda kendilerine verilen toprağı bilinçli bir şekilde işlemeleriyle köylülere örnek olmaya çalışırlarken bir de kazanç sağlıyorlardı.
EĞİTMEN KURSLARININ ALTI AYLIK DERS DİZGESİ VE SAATLERİ
Dersler ve Saatleri
Türkçe (Yazı okuma, sözlü ve yazılı anlatım) 210 s.
Aritmetik Geometri 175-240 s.
Yurt ve Yaşama Bilgisi 210-285 s.
İşçilik Dersleri 50-60 s.
Eğitim Bilgisi (Köy Eğitimi, Çocuk Bilgisi) 85-90 s.
Çavuşların verdiği eğitim süresi 1 seneyi geçtiğinde bu işin çavuşlarla istenildiği rotada yürümediği anlaşılmış ve nihayetinde köylere esas öğretmenler yetiştirmek için bir okul kurulması kararlaştırılmıştı. İlk eğitmen kursunun açıldığı Çifteler bu okul için uygun görüldü ve ilk öğretmen okulu burada açıldı. 40 öğrenci okula yazdırıldı. Her şey yolunda gidiyordu. Öğretmen okulunda 2. Senesine giren öğrenciler projenin fikir babasından gelen bir kara haberle sarsıldılar.
Okulun açılış gününde verilen Atatürk’ün artık hayatta olmadığı haberi sonrasında tüm ülke büyük bir yasa boğulmuştu ve en çok da Atatürk’ün çizdiği rota ile yol alan gemi olan bu proje ve projeye dahil insanlar büyük bir boşluğa düştüler. Atatürk’ün cenaze töreni adeta bir dönemin kapanışının habercisi oldu.
Atatürk’ten sonra liderliği İsmet İnönü devralmıştı. Köyde eğitim projesini sürdürüp sürdürmemek onun elindeydi artık. İnönü Cumhurbaşkanı seçilince Kabineyi Celal Bayar kurdu. Milli Eğitim Bakanlığına Hasan Ali Yücel getirildi. Yücel Milli Eğitim şurasında köy eğitimi projesini tartışmaya açtı. Bu Cumhuriyet’in en büyük hamlelerinden biri oldu. Bir yasa tasarısı hazırladı ve ülkeyi tarım koşullarına göre her biri 3-4 ili kapsayan 21 bölgeye ayırdı. Ayırdığı 21 bölgenin en uygun yerlerine birer Köy Enstitüsü kurmayı amaçladığını belirtti. Enstitüler şehrin dışında ama mümkünse tren istasyonlarına yakın olmalıydı. Bu enstitülerde köyün kalkınması için gerekli öğretmenler yetiştirilecekti. Öğretmenler okuma-yazma öğretiminin yanı sıra modern tarım tekniklerini, marangozluğu öğretmeyi amaçlayacaktı. Sanat ve tıp alanında da eğitimler vereceklerdi. Bu projeyle geri kalmış bölgeler kalkınacak ve göç hareketlerini engelleyecek niteliğe sahipti. Aslında bu yüzden toprak ağalarının ve çıkar amacı güden devlet yöneticilerinin pek hoşuna gidecek cinsten değildi. Her şeye rağmen İsmet İnönü bu tasarının yürürlüğe girmesine karar verdi.
Okulların adı “enstitü” konuldu. Hasan Ali Yücel omuz omuza çalışacağı yol arkadaşını İsmail Hakkı Tonguç olarak belirledi. Bunun nedeni Tonguç’un son zamanlarda Alman ve İsviçreli eğitim bilimcilerinin “yoksul çocukların okutulması ve el becerilerinin artırılması” konulu eserlerini tercüme etmesi olmuştur. İsmail Hakkı Tonguç bu göreve başladıktan sonra yabancı kaynaklardan edindiği bu bilgileri 1940’ların Türkiye’sinin koşullarına uyarlamaya çalışmıştı.
Enstitülerin yerleri belirlendi ve 1940 yılında yasa meclisine geldi. Yasayı sürekli eleştirenler oldu. Eleştirilerin başkahramanı Kazım Karabekir oldu. En büyük nedeni ise bu enstitülerin, zaten var olan şehir-köy uçurumunu hepten derinleştireceğiydi. Fakat Yücel durumu tam tersine çevireceğini açık yüreklilikle savununca oylamada red oyu çıkmadı. Yinede 38 kişi oylamaya katılmadı. Oylamaya katılmayan milletvekillerinin şehir-köy uçurumunu derinleştireceği yönünde ki eleştirilerinin altında aslında hiçte saklanamayacak bir neden yatıyordu. Enstitülerin köylüleri bilinçlendirmeyi amaçladığını bu yüzden uyandıracağını, bu durumda zarar göreceklerini düşünen toprak ağalarının bazı milletvekillerine baskısı söz konusuydu. Çıkarlarını korumak isteyen milletvekilleri red oyu kullanamamış fakat oylamaya katılmamıştır. Sanırım bazı milletvekillerinin red oyu kullanamamalarının nedeni; gerçekten çok doğru görünen bir projeyi hayata geçirmek için hayır demeleri üzerine, henüz hayata yeni gözlerini yummuş bir kahramana ihanet ettiğini düşünen diğer milletvekilleri tarafından mecliste hiç hoş karşılanmayacağının verdiği endişe ve neticesinde baskıdır.
Hasan Ali Yücel görünenin ardında ki durum için şöyle demiştir: “Biz köylere İstiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri götürecek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu kişi imamdır. İmam çocuk doğduğu zaman kulağına ezan okuyarak; büyüyüp vefat ettiği zaman mezarının başında telkin verip bağırarak doğumdan ölüme kadar bu cemiyetin manen hakimidir. Bu manevi hakimiyet, maddi tarafa da intikal ediyordu; çünkü hasta olduğu vakit de sual mercii o oluyordu. Ona cevap veriyordu. Biz bunun yerine devrimci düşüncenin adamını köye göndermeyi isteriz. İmam nasıl doğarken ezan, vefatında telkin ile doğuştan ölümüne kadar elinde tuttuğu küçük toplumun hakimi ise bizimki de bir taraftan maddi, diğer taraftan manevi köyün imamı olsun ve imam nasıl onun çocuğunu okutuyorsa bizimki de onun çocuğunu okutsun. Çocuğunu okutmak için bu otoriteyi elde etmesi lazımdır. Düşüncemiz bu idi.”
Çıkarılan yasayla daha önceden kurulan 4 öğretmen okulu enstitüye dönüştürüldü. Bu enstitülerden mezun olanlar atanacakları köylerde 20 Lira gibi küçük bir miktar aylıkla 20 yıl mecburi hizmet yapacaklardı. Eğitim hamlesi tam başlayacağı sırada Nazilerin ayak sesleri Balkanlardan Trakya’ya doğru çınlamaya başlamıştı. Bu yüzden hükümet Trakya’nın boşaltılmasına karar verince Trakya’da bulunan Kepirtepe Köy Enstitüsü öğrencileri de göç etmek zorunda kaldı.
21 tane Köy Enstitüsü içinde en çok önemli olanı Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ydü. Bunun nedeni Ankara’ya yakın olmasıydı. Ankara’ya yakın olduğu için hem siyasiler hemde Türkiye’ye gelen yabancı misafirler için burası örnek bir kurum niteliğindeydi. Bu sayede enstitülerden mezun olan en önemli ve ünlü isimler Hasanoğlan’da yetişmişti.
Hasanoğlan Enstitüsünde her sabah kalkılıp iş başı Zeybek Havasıyla başlardı. Öğrenciler okulun önünde ki büyük alanda toplanıp güne sabah sporuyla devam ederdi ve diğer halk oyunlarını da oynarlardı. Sabah yedi buçuktan sonra da serbest okuma saati başlıyordu. Her enstitünün büyük bir kütüphanesi vardı. Her öğrenci bir yıl içerisinde 25 klasik eseri okumak zorundaydı. Okuma saatinin ardından ise günlük rutin eğitimler başlıyordu. Verilen eğitimin %50 si normal ortaöğretim derslerinden, kalanın %25 i tarım derslerinden ve diğer %25 i ise teknik derslerden oluşuyordu.
Tüm enstitüler de cumartesileri geçen haftanın eleştirilmesi ve isteklerin söylenebilmesi için eleştiri günü olarak belirlenmişti. Orada tüm öğrenciler, öğretmenler ve müdürün eşit şekilde düşüncesini söyleme özgürlüğü vardı. Günümüz de bile yasalarla belirlenen şeklin bu olmasına rağmen aslında görünen kısım böyle yansımamaktadır bizlere. Genelde müdür veya yönetici düşüncesini söyler ve alt statüsünde bulunanlar da uygular. O zamanın köy ortamında ise böyle bir şeyin sağlanması herhalde kolay olmamıştır ama ne kadar faydalı olduğunu yetiştirdikleri aydınların hayatlarını inceleyerek görebiliriz. Köylerde ailelerin bireye özgüven kazandırma ortamını gereğinden daha az sağladığını düşünüyorum. Köy enstitüleri ise ailenin veremediği özgüven ve sorumluluk bilincini eğitim sisteminde uyguladığı bu düşünceyi söyleme özgürlüğü sistemiyle aşılamaya çalışmıştır. Günümüzde aile kurumunun birçok işlevini eğitim kurumuna bırakmasının kökenini köy enstitüleri oluşturmaya başlamıştır.
Tonguç projenin hakimiyetini bırakmamak için aralıksız olarak her enstitüye uğramayı kendine görev edinmiştir. Bu da Tonguç’un işini sevdiğini gösterir. Hatta üzerinde çalıştığı projeden o kadar emin ki şimdi köy enstitülerinin fotoğraflarına baktığımızda Tonguç’un yüzüne çok az rastlarız. Çünkü fotoğrafları hep kendi çekmiştir tek bir anı bile canlı tutmak istiyordur.
Köy Enstitüsü projesi içinde yer alan yöneticiler, öğretmen ve öğrenciler hallerinden memnunken halk tarafından eleştiriler yankı uyandırmaya başlamıştı. Bu eleştirilerin en çok vurgulananı enstitülerde kız-erkek karma eğitim verilmesiydi. Enstitü müdürleri bu dedikodular yüzünden yörelerinde ki kız öğrencileri okula kaydettirebilmek için büyük çaba harcamak ve özel konuşmalar gerçekleştirmek zorunda kalıyordular. Fakat köylünün aklına giren her kimlerse kız ailelerine ucuz işgücünden ve başlık parasından olacaklarını anlatıp ailelerin kızlarını okullara göndermelerini engelliyorlardı.
Enstitülere karşı yapılan ikinci eleştiri ise enstitülerin yeterinde “milliyetçi” olmadığı üzerineydi. Bu eleştiri Talim ve Terbiye Kurulu üyesi Halil Fikret Kanat tarafından “Kurun” gazetesinde yayımlandı. Bu yayımdan sonra köylüler yine çok etkilendi ve tepkiler meydana çıktı. Bu eleştirinin kaynağı ise o sırada Avrupa’yı kasıp kavuran Nazizm’di.
Bir olay başka bir olayın habercisi olmaya başlamıştı. Bu yüzden enstitülerde “milliyetçilik-solculuk” tartışmaları patlak vermeye başlamıştı. Sağcılar tarafından “solculuk” ile suçlanan enstitüler, solcular tarafından ise bir başka açıdan eleştiri konusu olmaya başladı.
Bir diğer rahatsızlık sebebi ise enstitülerin yapımında öğrencilerin kullanılıyor olmasıydı. Öğrenciler mezuniyetlerinden 20 yıl sonraya kadar kendi köylerinde mecburi hizmet vermek gerektiği için de teker teker enstitülere karşı tavır almaya başlamışlardı. Üstüne üstlük alacakları maaşları çok az buluyorlardı. Enstitü mezunlarından Talip Apaydın konu ile ilgili şöyle demiştir “Gerçekten çok çalıştık, doğru ama köyde olsaydık çalışmayacak mıydık?” Aslında doğru bir tavır içindeydiler fakat Talip Apaydın’ın da konuyla ilgili söylediği söz tüm bu tavırların boşuna olduğunu göstermektedir.
Tüm bu eleştiriler söz konusuyken 1942 yılında Köy Enstitüleri ilk mezunlarını vermiş bulunmaktaydı. Yüz üç kişiydiler. Tüm enstitülerden mezun olan öğrenciler merkezi bir sınava tabi tutulmuş ve iyi derece alanlar daha sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsünde eğitmen olarak atandılar. Ancak bu enstitüler de yetiştirilen köy öğretmenlerini eğitecek öğretmen bulunamaz olmuştu. Bu yüzden Hasanoğlan’da bir Yüksek Köy Enstitüsü kurulmuştu. Türkiye’nin ilk “köy üniversitesi” olacaktı bu. Yurt çapında sayıları 20’yi bulan enstitüler, bütün ülkeye köy öğretmeni yetiştirmeye başlamışlardı.
Köy çocukları üniversitelerinin yapımında da görev aldılar. 131 öğrenci temelinden çatısına kadar, harcını katıp tuğlasını dizerek kısa sürede bir üniversite inşa ettiler. Bu öğrencilere o kadar büyük bir heyecan vermiştir ki Yüksek Köy Enstitüsü öğrencisi Mehmet Başaran bu çabayı “Temelden Çatıya” adını verdiği bir şiirle destanlaştırdı.
Üç yıllık eğitim süreci olan yüksek enstitü, öğrencilerine bir dalda uzmanlaşma olanağı veriyordu. Eğer 5 yıllık enstitüyü bitiren öğrenciler varsa öğretmenliğe hak kazanacak ve uzmanlaştıkları alanda eğitim verecektirler.
Öğrenciler savaşın son zamanlarında Hasanoğlan’da kendi kurdukları bir matbaada “Köy Enstitüleri” asıyla yılda 4 kez yayımlanan dergi çıkartmaya başlamışlardır. Bu dergi sekiz sayı çıkarılabilmiştir. Bu dergide daha sonraları şöhrete kavuşacak Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Mahmut Makal gibi kalemler ilk eserlerini yayımlamışlardır. Enstitülerde her öğrenci en az bir müzik aleti çalmak zorundadırlar. Zamanla Hasanoğlan’da bir amfiteatr kurulmuştur ve bilinenden bambaşka, sanat dolu bir köy manzarası gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanı Hasanoğlan’a ziyaretinde bu manzarayı görüp büyülenmiş ve enstitülerin sayısını 20’den 60’a çıkarılmasını istemişti. 60 enstitü 200 tarımcı demektir. Hasan Ali Yücel “Buna ne kadromuz ne paramız yeter.” diyerek itiraz etmiştir. Fakat İnönü kararından çok emindir. Bu yüzden fikir kabul edilmiştir.
Bir planlama hazırlanmış ve İnönü 1944-45 sezonunda beş bin ilkokulun bitirilmesi ve iki yüz bin mezun verilmesini istemiştir. Ancak köylü tarafından “ pasif direnme”yle karşılaşmıştır. Ve istediği sayılara erişememiştir. Bu yüzden okul yapmayan köyleri cezalandırmıştır. Bizzat Cumhurbaşkanı tarafından okul yaptırmayan köyler, halka şikayet edilmişlerdir. Bu olay CHP’de gerginlik yaratmıştır. Fakat İnönü “Her yere camii yapılıyorsa, bu okullar da öyle yapılacak.” diye bu gerginliğe cevap vermiştir. Bu esnada Hasanoğlan’a bir tren istasyonu yapılmış ve burası Türkiye’nin önce gelen sanatçı ve yazarların buluştuğu bir merkez haline gelmiştir.
Şubat 1945’te Hasanoğlan’a gelen bir ziyaretçi sonun başlangıcını hazırlamıştır. O gün tiyatro dersi için Devlet Tiyatrolarının kurucusu Karl Ebert okula gelmiş yanında ise onun tercümesini yapacak olan Sabahattin Ali gelmiştir. Sabahattin Ali ilerici fikirleri nedeniyle mahkum olmuş ve sonra afla salınmış bir solcuydu. Sabahattin Ali o gece okulda yatıya kalacakken herkes uyuduktan sonra bazı öğretmen ve öğrencilerle toplantı yapınca enstitüde ki sağ-sol çatışmaları su yüzüne çıkmıştır. Gece toplantısını ihbar eden ise o zamanlar Sabahattin Ali ile davalı olan Nihal Atsız’ın öncülüğünde ki Turancılar olmuştur. Enstitüler adeta Türkiye’nin bir aynasıydı. Burada yaşanan içten içe kaynamalar halk tarafından da yaşanmaktaydı. Bu kaynamalar üzerine İnönü 1945’in meclis açılış nutkunda demokrasiye geçiş sözü vermiştir. Bu Türk Halkı için bir hediye niteliğindedir. Yeni rejim, yeni partiler, farklı görüşler demekti fakat bu huzursuz ülke kendisine armağan edilen demokrasiyi yaşatabilecek miydi? Yücel demokratikleşmeyi eğitimden başlayarak sağlam temeller üzerine kurmayı amaçlamak gerektiğini İnönü ile konuşmuştur.
Bu sırada siyasette bir rekabet söz konusu olmuştur. DP iktidara adaylığını koymuştur. CHP’den ayrılan milletvekilleri DP’ye geçmiştir. Ayrılıklarının sebeplerinden biri muhtemelen köy enstitüleri yüzünden toprak ağalarıyla ters düştükleri noktalardan ötürüdür. Bu yüzden İnönü, Celal Bayar’a DP hakkında sorular yöneltmiştir. Bayar’a göre DP dini siyasete karıştırmayacak ve köy enstitüleriyle uğraşmayacaktır.
Enstitüler de karma eğitim yapılması, feodal sistem yanlılarının eğitmenlerle sürekli tartışmaları vb. nedenler yüzünden enstitüler CHP’nin büyük oy kaybetmesine yol açacaklardır. Seçimlerden 3 ay önce enstitülerin komünistlikle suçlanması ve solcuların eline geçmesi yolunda ki söylentilere İnönü’de yavaş yavaş inanmaya başlamıştır. Bu sebeplere dayanarak enstitülerden çok zorda olsa vazgeçmek zorunda kalmıştır.
Seçimler gerçekleşmiş ve CHP büyük oy kaybına uğramış ve DP iktidara gelmiştir. Kabineyi kurma görevi Recep Peker’e verilmiştir. Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanlığı görevinden alınmıştır. Böylece Köy Enstitüleri Projesi artık fiilen bitmiştir. Radyoda bu haberler halka okunurken “Köy enstitülerinin daha milli bir çizgiye sokulacağı” söylenmiştir. Bu sırada emniyete imzasız bir mektup bırakılmış ve içeriğinde Hasanoğlan’ın komünist yuvası haline geldiği öne sürülmüştür. Sabahattin Ali, Behice Boran, Niyazi Berkes gibi öğretmenlerin Nazım Hikmet şiirleriyle rejim aleyhtarlığı yapıldığı, “Komünist Manifesto” okunduğu bildirilmiştir.
21 Eylül 1946’da İsmail Hakkı Tonguç da görevinden alınmıştır. Okullarda okutulan klasikler öğrencilerin düzeyine uygun olmadığı gerekçesiyle yasaklanmıştır. Serbest okuma ve tartışma saatleri iptal olmuştur. Bununla birlikte düşünceyi söyleme özgürlüğü resmen engellenmeye çalışılmıştır. Aynı kampüs içinde okuyan kız ve erkek öğrenciler birbirinden ayrılmıştır. Tüm bunların nihayetinde köy enstitülerinden geriye sadece Totaliter bir eğitim kurumu görüntüsü kalmıştır. (1946)
1947 yılında Recep Peker hükümeti, Hasanoğlan Yüksek Enstitüsünü “benzer başka okullar” olduğu gerekçesiyle kapatmıştır. Köy enstitüleri teker teker kapandıktan sonra CHP ilahiyat fakültelerinin açılmasına izin vermiştir. Ancak buna rağmen 1950 seçimlerini kaybetmiştir. Solculuk bahaneleri ve toprak sahiplerinin baskısıyla köyün aydınlanmasına son verilmiştir.
Köy enstitülülerinden mezun olanlar ise köylerine öğretmen olarak atanmışlardır. Bazıları ise hayatlarına polis takibinde devam ederken bazılarının evleri sürekli basılmış ve sürgün edilmişlerdir. Yüksek okul mezunları askerde çavuş çıkarılmışlardır. Her şeye rağmen yazdıkları kitaplar, şiirler, öyküler ve romanlarla Türkiye’de yepyeni bir köylü aydınlar kuşağının ilk öncüleri olmuşlardır.
YILLARA
GÖRE OKUR-YAZAR OLMASI GEREKEN NÜFUSUMUZUN OKUMAZ-YAZMAZLIK
VE OKUR-YAZARLIK DURUMU
Yıl 6+
Yaş Okumaz-Yazmaz Okur-Yazar
1935 12.863.000 10.345.000 2.518.000
1940 14.574.000 11.306.000 3.268.000
1945 15.714.000 11.121.000 4.859.000
1950 17.194.000 11.335.000 5.859.000
KÖY
ENSTİTÜLERİNDE YILLARA GÖRE ÖĞRETMEN-ÖĞRENCİ SAYILARI
Öğretim
yılı Öğretmen Sayısı Toplam Öğrenci Enstitü
Kadın Erkek
1937-38 5 21 26 286 2
1838-39 7 34 41 796 3
1939-40 10 50 60 1567 4
1940-41 46 189 235 5663 14
1941-42 80 214 294 8052 17
1942-43 101 259 360 10161 18
1943-44 128 298 426 14166 18
1944-45 145 360 505 15561 20
1945-46 119 403 522 15529 20
*Tabloda göze çarpan nokta enstitülerin son
senelerinde kadın öğretmenlerin sayısı düşerken erkek öğretmenlerin sayılarının
artışı devam etmiştir. Bu durum halkta çıkan “işgücü eksikliği, başlık
parasından yoksun kalma ve ahlakta bozulma vb.” tepkilerin yansıması olarak
düşünülebilir.
Vakit ayırdığınız için teşekkürler.
Not: "TÜRKİYE’DE KÖYCÜLÜK İDEOLOJİSİ VE KÖY ENSTİTÜLERİ" adlı başlık altında bahsi geçen tüm tarihi isimler ve olaylar aşağıda belirttiğim kaynaklardan tarafımca alıntılanmıştır. Aksi bir durumda tarafımca mesuliyet kabul edilemez.
KAYNAKLAR:
1)
Köy Enstitüleri – Can DÜNDAR / İmge Yayınevi
2)
Türk
Sosyolojisinde Ve Cumhuriyet Döneminde Köy Araştırmaları – Recep ERTÜRK /
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No 3406
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Yorumlarınızı beklerim.