Kadın…
Anlaşılması güç gözüküyor
değil mi? İnsanların soluklarının sayıyla belirlendiği şu hayatta, kadınlar,
kendilerini anlatma gayesiyle soluklarını normale göre daha fazla harcamak
zorunda bırakılıyorlar. Kendimden yola çıktım ve soluk soluğa yaşadığım
hayatımda bir an olsun soluklanabileceğim alan yaratmak için içimdekileri
öğrendiklerimle harmanlayıp yazıya dökmek istedim.
“Kadın” ne kadar da yarım kalmış bir kavramdır bazı ülkelerde. Yarım kalmıştır
dedim fakat yarım bırakılmıştır demek daha doğru olacak sanırım. Kendisi bile farkında
değildir içine doğduğu dört duvarın. Büyüdükçe
o duvarı kendisinin inşa etmek zorunda kalacağının. Çağın akışına göre bir
kalıptan çıkarılıp diğer kalıba sokulmaya çalışılan kadın, adeta bir denek gibi
tüm kurumların ve söylemlerin hatta inancın bile öncelikle kendi üzerinde inşa
edildiğinin farkında değildir. “Kadın”a doğal gelir çevresinde olup bitenler,
ona yönelen –bulunulan ana göre derecelenen- başını kuma gömdüren bakışlar, bulunduğu
ortamdaki nüfus artışı ve cinsiyet değişimine göre taktığı maskeler… Bu durum
kadına o kadar doğal gelir ki bütün bunlarla özdeşleşmiştir ve sorgulama gereği
bile duymaz. İşte belki de bu yüzden kadın bir anlam karmaşasıdır, kendinin
bile kör düğümleri çözemediği bir hayatta fikirlerinin farkındalık kazanması
için gizliden bir savaş verir…
Peki nasıl olmuştur tüm bunlar?
Kadın ve erkek birlikte adım
atmamış mıdır dünyaya? Nasıl bir iletişim olmuştur kadın, erkek ve doğa üçlüsü
arasında ve kader ağlarını kadının önüne adeta bir engel gibi örmüştür? Kadının ataerkil toplumdaki geride
bırakılmışlığını anlamak için öncelikle bazı kavramlara bakmak gerekir.
Cinsiyet
ve Toplumsal Cinsiyet Farkı
“Cins (gender): (isim) Sadece
dilbilgisel bir terimdir. Erkek ya da kadın cinsi anlamında, erkeksi ya da
kadınsı bir cinsiyete ait kişi ya da varlıklardan bahsetmek münasip ya da
bağlamına uygun olmayan bir şekilde nükte yapmak ya da pot kırmaktır.”
(Fowler’den aktaran W.Scott 2007: 1)
Cinsiyet kavramı,
öznenin biyolojik özelliklerine göre tanımlanırken; toplumsal cinsiyet ise
öznenin, toplumun kültürel ağlarından, toplumsal ilişkilerin örülüşünden,
tarihsel arka plandan etkilenmesi ile kültürden kültüre değişkenlik gösterebilen
bir kavramdır.
Kavramlarla yaşamak
genelde insanlara güç gelmektedir. Fakat ben kavramlarla yaşamayı uyanık
kalmamız için hep bir avantaj olarak kabul etmişimdir. Gündemde olan medya
haberleri, reklamlar, sosyal medya paylaşımları, romanlardaki karakterler,
kısacası ataerkil toplumda erkek egemen dil ile ortaya konmuş tüm yayımlar, cinsiyeti
biyolojik bir kavram gibi gösterip hükümetin toplumsal cinsiyete bakış açısını bilinç
altına enjekte etmek için çaba gösterirler. Yani kadının
statüsünü erkeğinkinin bir tık gerisinde bırakıp bunu meşrulaştırmak yolunda
başarılı teknikler, laf oyunları ortaya koyarlar. Bununla ilgili çok fazla
örnek gösterilebilir.
“Bardan gecenin geç saatlerinde çıkan
kadın evinin önünde bıçaklanarak öldürüldü.”
Ne kadar tanıdık bir
cinayet haberi manşeti değil mi? Burada ana fikir kadının evinin önünde
cinayete kurban gitmesidir ve haberi okuyan herkesin bunu anladığına eminim.
Fakat habere tüm okuyucuların yaklaşımının aynı olduğunu düşünebilir miyiz? Düşünemeyiz dediğinizi hissediyorum ve bence de öyle. Çünkü cinayete kurban
giden kadının haberin en başında vurgulanan bariz bir damgası var. Kadının
yaşadığı toplumun kuralları, önüne konulan damga ile örtüşmediğinde, bahsi geçen
kadın, okuyucunun kafasında ötekileştirilir ve toplumun ahlak kurallarına bağlı
kişiler tarafından habere tepki gösterilmesi beklenemez. Evet burada bir
cinayet söz konusu olmasına rağmen o haber öylece atlanır ve üzerine
düşünülemez.
Bir diğer örnek
olarak kadının en önemli tüketim aracı olarak görülmesi doğrultusunda hazırlanan
reklam filmlerini düşünebiliriz. Hepimizin bildiği ve farkındalık kazandığı, kadınlara
yönelik hazırlanan ev aletleri, yemek pişirme malzemelerini sunan reklamları
bir kenara bırakıp araba reklamlarını gözümüzün önüne getirelim. Son zamanlarda
araba reklamlarının senaryolarında büyük değişim yaşandığını fark etmişizdir. Ve
araba dediğimizde kafamızda -bir aile, bir bebek, düğün arabası, evlilik, arabaların
önünde ona uyumlu bir şekilde poz veren güzel kadınlar vb.- şeklinde sahneler
canlanmaktadır. Bunun nedenini bir düşünelim…
Eve kapatılan kadının dışarıya bakmasını
sağlayan sınırlı sayıda penceresi vardır. Bunları televizyon, dergi, gazete,
sosyal medya vb. çoğaltabiliriz. Kapitalizm tüm bunları güzel ve estetik
şekilde kadını odağa alarak kullanmakta çok başarılıdır. Kadının ilgisini
çekmek ve alıcılığını artırmak için estetiği ve toplumsal yapının
şekillendirdiği hayallerini kullanır. En önemlisi bu reklamlar kadının içine
doğduğu toplumsal yapıyı, evliliği, erkeğin direksiyon başında olmasını, kadının
sürekli tüketim aracı olarak görülmesini, çocuk sahibi olma zorunluluğunu
meşrulaştırır.
Örnekleri
artırabiliriz. Olan bitenin farkında olmak için gördüklerimiz, izlediklerimiz,
okuduklarımız, karşımıza çıkan duyu organlarımıza ulaşan her şey üzerine sadece 2 dakika düşünerek bile büyük
bir yol katedebiliriz.
Ataerkil
Yapının Tarihsel Boyutu
Sümerlerin en şöhretli Tanrıçası “İnanna”yı tanıyanlarınız
vardır belki. Eğer tanımıyorsanız da önemli değil çünkü bu kısımda ona
değineceğim. İnanna Sümerler’de Göklerin
Tanrıçasıdır. Sümerlerin anaerkil bir yapısı olduğunun esas göstergesidir.
Yaratılışı anlamaya çalışan İlkçağ insanları doğadaki mucizevi döngüyü
gözlemlemiş ve doğanın verici yapısı karşısında hayran kalmıştır. Fakat
anlaşılamayan durum vardır, bir canlı nasıl meydana gelmektedir? Kadın
biyolojik yapısıyla bir canlı meydana getirmektedir ve bu durum İlkçağ
insanları tarafından kadına büyük değer verilmesini sağlamıştır. Bu özelliği
ile kadın doğa ile özdeşleştirilmiştir. Çünkü doğada da bir yaratıcılık
gözlemlenmektedir. Nasıl toprağa verilen bir tohum filizlenip yoktan var
oluyorsa, kadın da bu yaratıcılığı kendi bedeni ile sağlamaktadır. Bu durum
Sümer toplumunda kadının statüsünü erkeğin statüsünün önüne konulmasına neden olmuştur.
Kadının eşsiz olarak görülen doğurganlık özelliği Paleolitik
Çağ’da onun bedenine büyük önem atfedilmesine neden olmuştur. Yine bu dönemde
kadının bedenine kutsal bir varlık olarak yaklaşan tüm toplumlar Neolitik Çağ’a
gelindiğinde ise bu yaklaşımı inanç sistemine dönüştürmüştür ve içinde
bulunulan kozmosu meydana getirenin Kutsal Ana olduğu düşüncesine hakim
olmuşlardır. Buna yönelik kadın bedenini sergileyen ve kültürel durumla
özdeşleşerek tasarlanan Ana Tanrıça heykelleri ortaya konmuştur. Fakat bilimin
gelişmesiyle insanın kendi bedenini daha yakından tanıması sağlanmış ve
doğurganlığın her ne kadar kadının bedeninde gerçekleştiği görülse bile bir
yavrunun dünyaya geliş sürecinde erkeğin de büyük öneminin olduğu
anlaşılmıştır. Bunu fark eden toplumlarda kadının statüsünde yavaş bir şekilde ve az da
olsa bir azalma görülmüştür.
Ana Tanrıça zamanında genç kadınlar, kendilerini
İnanna’ya adamışlar ve bunu dini temelli bir davranış olarak
gerçekleştirmişlerdir. Kendilerini İnanna'ya adayan genç kızlara o dönemde “Kutsal Fahişeler” denmektedir.
Sümerlere göre bir yılın bereketli geçmesi İnanna’nın mutlu edilmesine
bağlanmıştır. Aileler kızlarını bakireliklerini İnanna’ya adamak için kendi
elleriyle tapınaklara götürmüşlerdir. Çünkü bir genç kızın bakireliğini Ana
Tanrıça’ya adaması büyük erdem sayılmaktadır. Fakat söz konusu olan cinselliğin insanın
hazları ile hiçbir alakası yoktur. Cinselliğin yaşanması kutsal bir görevi yerine getirme eylemiyle doğrudan alakalı görülmüştür.
Efsanenin devamında ise bir bahçıvanın İnanna’ya tecavüz
etmesi erkeklerin Ana Tanrıça’ya başkaldırması ve kadının statüsünün
gerilemesine neden olan bir olay olarak görülmüştür.
Arkeoloji araştırmalarına göre ilk kez sosyalleşmeyi sağlayanların,
hayvanları eğitenlerin, çobanlık yapanların cinsiyeti kadındır. Fakat tüm bunları yazısız dönemde
gerçekleştirdiği için ortaya koydukları birer birer unutulmuştur. Yazının
bulunduğu dönemde, yani erkeğin egemen olduğu dönemde, kadınların uygarlaşma
adına attığı tüm adımlar unutularak yazıya farklı şekilde aktarılmıştır. Erkek
egemen yapı kendi oluşturduğu söylemleriyle kendi tarihlerini yazmışlardır.
Böyle olunca uygarlaşmadan bahsedince akla ilk gelenin“erkek” olduğu
görülmektedir.
“Zira,
bilim yazarları, toprak altında kalan antik kentleri ve o merkezlere ait
tapınakları anlatırken, cinsel açıdan etkin olan Tanrıça’dan “uygunsuz”,
“dayanılmaz ölçüde saldırgan”, “utanç verici biçimde ahlaksız” diye söz
ederler. Buna karşın, söylencelerde kadınlarla su perilerinin ırzına geçen,
onları baştan çıkaran erkek tanrıları ise “oyuncu”, giderek hayranlık
uyandıracak ölçüde “erkeksi” olarak tanımlanırlar.” (Binnur Çelebi- Ana
Tanrıça’dan Günahkar Kadına)
“Arkeolog
ve filolog olan Mascetti’ye göre, bakire Meryem ve onun babasız çocuk dünyaya
getirme hikâyesi İlkçağ mitolojisinin motiflerinden kalan bir mirastı. Samiler,
tapınak kadınlarının doğurduğu çocukları, anneleri evli olmadığı için
“bakireden doğma” olarak adlandırmaktaydılar.
Cebrail adı “ilahi koca” anlamına da gelmekteydi. Hıristiyan kadınların
önünde en güçlü rol, İnanna’ya hiç benzemeyen “Bakire Meryem” figürüydü. O,
bakire bir anneydi! Kadınların ruhsal hedefi Meryem gibi saf ve dokunulmamış
olmaktı. Anneliğin cinsel arzular tarafından gölgelenmemesi gerekiyordu. Cinsel
ilişki sadece kutsal amaç olan doğuma hizmet içindi. Bedeni zevke teslim etmek
bir günah olarak kabul ediliyordu. Bu inanca göre ruhun temiz kalması ancak
cinsel perhizle sağlanabilirdi. Arzuyu görmezden gelen inanç, penisin
kabarmasını sağlayan gücü de, kadın bedeninin şeytani kışkırtıcılığı olarak
ilan etti. Bundan böyle erkek, yapacağı günahkâr eylem sonucunda duyacağı
suçluluk duygusunu, kadın bedenini lanetleyerek hafifletecekti. Tek tanrılı
dinlerin yayılma sürecinde erotik çağ artık çok gerilerde kalmıştı. Sümer
tapınaklarında bedenlerini İnanna’ya adıyan kadınlar, Hıristiyanlıkta bu sefer
tanrı babaya adayacaklardı, ancak tam tersine cinsellikten uzaklaşıp ömür boyu
bakire kalarak….” (Binnur Çelebi- Ana Tanrıça’dan Günahkar Kadına)
Kadınların dünyaya bakış açısının, erkek egemen söylemlerle
şekillendiğini anlamak, kadının uygarlaşma düzeyinde büyük bir devrim yaratacaktır.
Bu durum bilinçli tüm insanların farkında olduğu bir gerçektir. Kadının kendi gelişimini sağlamasına yönelik
sayısız okuma yazma eğitimi veren, el işi becerisini geliştiren, yaşamı kolaylaştıran bilgiler edinebileceği kursların
açılması kadının ufkunun genişletmesi açısından harikulade çabalardır. Fakat şu
gerçeği göz ardı edemeyiz; kadının ufku genişledikçe duvarları daralmaktadır.
Uygar zihniyete, geriye yönelik düşünen kesim tarafından konulan engeller,
devrim yaratan kadınların bedenlerinde günbegün bıçak darbeleri yaratmaktadır.
Kadının kendi haklarını kendi elde etmesi için, “sesinizi
çıkarın, hakkınızı arayın, kendinizi ezdirmeyin” şeklinde yönelttiği cümlelerin
içini dolduramayan ezberci beyinler, en az geriye dönük çalışan beyinler kadar
kadına zarar vermektedir. Çünkü ortada çok önemli bir gerçek daha vardır ki;
kadın kırılgan ve savunmasızdır. Kendi bedenine işlenen bıçak darbeleriyle baş
edemeyecek kadar kırılgan. Bu yüzden kadının geri zihniyetle tek başına savaşması mümkün değildir. Kadına bu yolda en büyük destek kendisini geliştiren ve çağa ayak uyduran idealist erkeklerden gelmelidir. Kadına açılan eğitim merkezleri gibi, erkekler için de kendilerini ilgi alanlarına yönelik geliştirebilecekleri kurslar oluşturulmalıdır. Böylece erkeklerin mahalle kahveleri dışında sosyalleşebilecekleri ve fikirlerini geliştirebilecekleri ortamlar oluşturulabilir.
Türkiye’de kadın olmak zordur...
Kadınlara daha küçüklüğünde giydirilir gelinlik, abla
ağabeylerinin düğünlerinde veya diğer ritüellerde. Hatta kanatlar takılır bazı
kız çocuklarına, böylece uçabilmenin olanaklılığı aşılanır onlara. Fakat bu
kanatları takan ebeveynlerin kendileri bile fark etmezler çocuğa geleceğe dair nasıl bir fikir
verdiklerini. Üzerinde gelinlik olan çocuklar, somut düşünme çağında oldukları
için taktıkları kanatlar ile gelinlikleri arasında ister istemez bir özdeşim
kurarlar. İkisinin de rengini beyaz gören kız çocukları, beyazlardan birinin,
aslında diğerinin siyahı olduğunu fark edemezler, ta ki tecrübe edene kadar.
Kız çocuğunun hayallerindeki beyazlık dolunaya yansıdığında daha parlak
yapar gecesini ve heyecanlandırır kız çocuğunu. Artık tecrübe etmeye çok hazır
hisseder kendisini. Ebeveynlerinin de desteğini alarak bir adım atar hayatı
adına. Küçüklüğünün gelinlik hayalini gerçekleştirmek için erkenden hareket
eden kız çocuğu bir süre sonra bazı gerçeklerle yüzleşir. Gecesini aydınlatan
dolunay meğer sadece gece lambası olabilirmiş onun için. Çünkü toplum sadece
çocuklara yasak koymazmış, aynı zamanda kadınlarında dolunaya ulaşması toplum
tarafından hiç doğru karşılanmazmış.
Kadın, başarısız hissettirildiği çağın artık çocukluğunda
kaldığını ve büyüdükten sonra bir sınavdan geçme zorunluluğu kalmayacağını
düşünerek sorumluluklarını kendi eline almak için sabırsızlanır. Hal bu ki etrafı
tarafından başarısız hissettirilerek kendisine bakış açısının köreltildiğinin
farkında bile değildir. Başarısız hisseden kişi bedenine ve yeteneklerine
sırtını döner ve tüm zenginliklerini köreltir. Gerici zihniyetin yetiştirmek istediği kız çocuğu tipi de aynen budur. Bu yüzden kız çocuklarından yetiştirilme çağlarında fikir alınmaz hatta konuşturulmazlar. Misafirin yanında oturulmasına izin verilmez ev içinde bile gezdiği alan sınırlandırılmaya çalışılır. Her yaptığının arkasında kötü niyet arandığını düşünen kız çocuğu büyüdüğünde suskunluğuna gömülür ve kendini kurtarmak için düşünmeden hareket eder.
Eğer bu yazıyı okuyan bir kadın ise, ilk çocukluk dönemine dönüp
bakmanızı istiyorum, o kadar küçüktünüz ki bacaklarınız sizin küçücük bedeninizi taşıyacak güçte bile değildi. Ebeveynlerinizin yürüdüğünü hatta koştuğunu, istedikleri yere
gidebildiğini görüp onları taklit etmek istiyordunuz. Ayağa kalktıkça düşüyordunuz ama yine de pes etmiyordunuz. Zaten sizin yürümenizi engelleyecek bir başarısızlık
tepkisi de yoktu etrafınızda. En sonunda azmedip kalkıp yürümediniz mi? Yürüdünüz ve
başarısızlığınızın sizi yıldırmasına izin vermediniz... Şimdiye döndüğünüz de... Aslında hiçbir fark olmadığını görmeniz ve kendinize güvenmeniz size bu yolda yürümenizde kolaylık sağlayacaktır.
Toplumsal
yapıyı ve size aşılanmak istenen kuralları tekrar tekrar bir düşünün.. Hayalleriniz kadar gerçek hiçbir şeyin olmadığına inanın, kanatlarınızı takın ve nereye isterseniz oraya gitmekte özgürsünüz –hatta bunun için kanatlara bile ihtiyacınız yok-. Bunun
için, sadece farkındalığa, kendinizin ve kendi gerçeğinizin farkında olmanıza ihtiyacınız var.
Kadın ve kadının zenginliğiyle ilgili yazacak o kadar çok
şey var ki. Biraz bilgi biraz duygu ve çoğunlukla kendi yaşadıklarım, hepsine
değinerek yazdım bu yazıyı. Sizin de yaşanmışlık ve öğrenmişliklerinizden katkıda bulunacağınız şeyler varsa yorumlarınızı seve seve okumaya hazırım.
Kadın, varoluşun kurbanı olmuştur. Yazdığım birçok denememde de söylediğim gibi kadını bugün bu hale getiren kollektif bilinçaltı gerçekliğimizdir. Yani insan o kadar geçmişine saplanıp kalmış ki var olan çağ yaşamına alışması uzun zaman almaktadır. Cinsiyete büründürülen beklentiler bu yüzden bizde yaşantı haline gelmektedir. Kadın araba kullanmaz, kadın siyaset yapamaz, kadın sokakta gülemez, kadın, kadın, kadın... yani sapık zihniyetlerin kadına her daim bir cinsel obje olarak bakmaya devam ettiği bir dünyada kadın her zaman sadece bir eğlence aracı olarak görülecektir. Gerçekten şöyle bakıyorum da kadınların çalışma alanları olsun hayal güçleri ya da giyinmeleri hep bir şekil içerisine sığdırılıyor. Bunun farkına varamayan kadınlar da ayrı bir sinir bozucu durum. Kadın dediğin evinde oturup kocasını bekler çocuk yapar cinsel köle olur ve ölür. Bunu diyen kim erkekler ha tabi lütfen yanlış anlama ama bazı beyinsiz kadınlar da var. Kadının işi zor yani.
YanıtlaSilDüşünsene erkek tüm şerefsizliği yapıyor, sonra ben eli kimseye değmemiş bir kadınla evlenmek istiyorum diyor. Kadın kimseye dokunmayacak erkekse ohh ne rahat. Bunca zaman araştırmalarımın sonucunda kadının önünde en büyük engel dindir. Tüm dinlerde(burada ki dinler kitap dinleridir) kadın aşağılanmıştır. Bu kesin bir gerçektir, ama hala çıkıp hem müslümanım deyip hem de kadın haklarını savunan kişilerin eleştirmeyi bilmediğini görüyorum. Bana sorarsan Aslıhan, kadın eşitlik istiyorsa önce mitolojik yaratılışına karşı gelip Tanrı'ya baş kaldırmalıdır. Yoksa inanç ve kültür tüm dünyada kadını aşağılamaya devam edecektir.
ve yine çok güzel bir yazı yazmıştım. :)
"Kadın varoluşunun kurbanı olmuştur." yaklaşımı doğru kabul edilebilir ama daha somut bir gerçeğe indirgenmesi gerekir diye düşünüyorum. Kadının biyolojik varoluşu mu yoksa toplumsal alandaki varoluşu mu kadını tüm yaradılış özelliklerinden soyutlayarak aşağıya çekilmesine neden olmuştur?
Silİşte tam bu soru üzerine yoğunlaşırken aklımıza gelen ilk günah keçisi "kültürel arkaplan" olur genelde. Kültürel bilinci kim yaratmıştır? İşte tam burada da arkeologların araştırmaları büyük önem taşımaktadır. Ben bu yazımı meydana getirirken Binnur Çelebi'nin kadına yönelik makalelerinden yararlandım. Orada mitolojik ve dinsel alanda kadın üzerine çok değerli incelemeler mevcuttur size de tavsiye ediyorum.
Kadının medeniyet adına önemli adımlar atmasındaki en büyük engel dindir diye bir cümle kuramasam da dini yorumlama şekillerinin büyük engel olduğunu düşünerek fikrinize yakın bir görüş içerisinde olduğumu söylemeliyim. Dinlerin yorumlama şekilleri çağdan çağa farklılık göstermiş ve siyasi aktörler bu yolu kendi lehine kullanmıştır. Ülkemizde de bu durum mevcuttur ne yazık ki. Kadını eve kapatma politikası, üreme mekanizması olarak görülmesi ülkece kanayan yaralarımızdan biridir. Ve kadın piyon olduğunun farkına bile varamaz. Fırsat verilmez çünkü.
Sizde kabul edersiniz ki insanın içine doğduğu kültürden kopup onu gözlemleme olanağına ulaşması ile eğitim doğru orantılıdır. Bu açıdan yaklaştığımda hakları hakkında bilgi sahibi olmayan, kendisine yapılanlara sesini çıkarmayan kadınları suçlayamıyorum. Eğitimi ailesi tarafından desteklenmeyen kadınlar çoluk çocuk sahibi olduktan ve onları büyüttükten sonra kendi kişisel gelişimleri için birçok kursa yönelmektedir ve sosyalleşmektedir. Ama kadının bu gelişimiyle aynı oranda evini paylaştığı erkek, bakış açısını geliştirmediğinde orada büyük çatırdamalar meydana gelmekte ve huzur kaçmaktadır. Kadınların çoğu huzuru kollamak (şiddete maruz kalmamak) için kendini gerçekleştirmeyi bir kenara bırakıp karşı tarafa tolerans göstermektedirler. Bu yüzden erkeğin kadın ve aile yaşantısı hakkında artı bir bilinçlendirme eğitimi şarttır.
Düşüncelerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim Serkan Bey :)
Eğitim, eğitim, eğitim... İmam Hatip okullarının neredeyse anaokuluna kadar indirgenen ülkemde kadın çocuk yaşta düşünmeyi bırakacak. Çok üzülüyorum Aslıhan, ülkem yıllardır biraz da olsa kazandığı medeniyeti 10 yıl gibi kısa sürede yok etmeye başladı. Daha bunlar hiçbir şey, zaman geçtikçe kadının toplumdan nasıl soyutlandığını göreceğiz ve zamanla kadın kendini savunmanın ne olduğunu unutacak. Ne de olsa insan gördüğü kadardır.
YanıtlaSilÖn görünüzün haklı çıkması ihtimali çok yüksek. Ama yinede bu kadar karamsar yaklaşmak kötü günleri daha yakına çekmekten başka bir işe yaramayacaktır. Kişisel gelişime gönül veren bir insan olduğumdandır belki ama pozitif bir bakış açısı ve emek ile bu gerilemeyi durduracağımıza inanıyorum. Sitem ve kızgınlık gören insanların bilinçaltı uyanışının ters tepeceğini düşünüyorum. Ilımlı yaklaşıp sabrederek kökten bir şekilde temel atmak doğru olacaktır. Bunları söylerken size fazlasıyla hak verdiğimi söylemeden edemeyeceğim. Çok güzel bir cümle kurmuşsunuz. "İnsan gördüğü kadardır." ben de eklemek isterim ki "İnsan algıladığı kadardır." Bu yüzden farkındalığa erişememiş insanların algı düzeylerine inerek uygarlığı aşılamamız -zor da olsa- gerekmektedir.
Sil