9 Eylül 2014

Kitap Analizi: Hapishanenin Doğuşu / Foucault





Foucault, “Hapishanenin Doğuşu” adlı eserini bölümlere ayırarak yazmıştır. İlk bölüm olan Azap’la birlikte kitabına etkileyici bir giriş yapmıştır. 







"Damiens, 2 mart 1757’de “Paris Kilisesi’nin cümle kapısının önünde, suçunu herkesin karşısında itiraf etmeye” mahkum edilmişti; buraya 'elinde yanar halde bulunan iki libre ağırlığındaki bir meşaleyi taşıyarak, üzerinde bir gömlekten başka bir şey olmadığı halde, iki tekerlekli bir yük arabasında götürülecekti; sonra ayni yük arabasıyla Gréve meydanına götürülecek ve burada kurulmuş olan dar ağacına çıkartılarak memeleri, kolları, kalçaları, baldırları kızgın kerpetenle çekilecek; babasını (kralı) öldürdüğünü bıçağı sağ elinde tutacak ve kerpetenle çekilen yerlerine erimiş kurşun, kaynar yağ, kaynar reçine ve birlikte eritilen balmumu ile kükürt dökülecek, sonra da bedeni dört ata çektirilerek parçalatılacak ve vücudu ateşte yakılacak, kul haline getirilecek ve bu küller rüzgara savrulacaktır.'” (İmge yay., cev.: M. Ali Kılıçbay)



Damiens ve Azap 18. yy

Foucault, “Hapishanenin Doğuşu” eserinin Azap bölümünde bahsettikleriyle suçlu olarak damgalanan kişilerin ağır işkencelere maruz kaldığını okuyucuya hissettirerek anlatma yolunu tercih etmiştir. Suçu henüz kanıtlanmayan kişilerin bile bir daha asla suçlu damgasından sıyrılamadığını ve adeta bir suçluya uygulanan işkence yöntemlerine maruz kaldığını vurgulamıştır. Tüm bu akıl almaz işkenceler modernizmin hayata geçmesinden önce iktidarın gücünü, insan bedeni üzerinden tahakküm ile göstermesine neden olmuştur. Daha sonraları Modernizmin doğması ile ceza, insan bedenine uygulanma sınırlarından çıkıp ruhuna uygulanan bir sistem halini almıştır. Foucault buna paralel olarak hapishanelerin ve modern kapatma yerlerinin inşa edilmeye başladığını anlatmıştır.


“Bu kitabın amacı: modern ruhun ve yargılama erkinin birbirleriyle bağlantılı tarihini; cezalandırma erkinin desteklerini bulduğunu, meşruluk noktalarını ve kurallarını sağladığı, etkilerini yaydığı ve onun aşırı özgüllüğünü maskeleyen, bugünkü bilimsel-hukuki bütünün soy ağacını çıkartmak.”(İmge yay., cev.: M. Ali Kılıçbay)



Modern hayata geçişteki ilk hapishanenin özellikleri şöyledir;

Hapishanede kalan tutuklular öncelikle zaman ile disipline edilmeye başlamışlardır. Tutuklular saat kışın 6 da yazın 5 de güne başlar. 9 saat çalışır ve iki saat eğitim alırlar. Bu eğitim mesleki yönde olur. Trampet ile komut verilerek yaptırılan günün akışı şöyledir; Kalkış, sabah duası, yemek, okul, çalışma, tekrar yemek, ekmek dağıtımı, akşam duası, hücreye dönüş ve yatış şeklindedir.


Modern hukuka geçiş ile bu azap ve zaman kullanımına son vermiştir. Modernite ile azap çektirme ortadan kalkmıştır. Fiziki yapıya azap çektiren cezalar yerini gizli kapaklı, acı çektirme konusunda belli bir ağırbaşlılıkla tasarlanmış cezalara bırakmıştır. İlk adım olarak beden, ceza ile yıldırmanın ana hedefi olmaktan çıkmıştır. Suçlunun işkenceye maruz kalarak suçunu tüm halka itiraf etmesi ilk kez Fransa’da 1791 yılında kaldırılmıştır. Kazığa bağlama, kürek mahkumlarının Fransa yollarında sürüklenmeleri cezaları da zamanla ortadan kaldırılmıştır. Ceza seyirlik bir sahne değildir artık ve halka açık bir infaz şiddetin yeniden alevlendiği bir ocaktır. Suçluya suçunun diyetini infazla ödeten cellat cani, yargıçlar ise katile benzemektedir. Aradaki fark cezalandırılmanın çirkin, cezalandırmanın şerefli gözükmesidir. Adaletin kendisi ile verdiği ceza arasında çifte koruma sistemi ortaya çıkmıştır. Modern adalet sistemi ve bu adaleti sağlayanlar arasında cezayı vermeye karşı bir utanma duygusu vardır. Azap çektirmenin ortadan kalkması ile seyirlik bir gösteri ortadan kalkmış ve celladın yerini gözetmen, hekim, psikolog, eğitmen almıştır. Bedensel işkencenin sonuncusu bedenin iptali olmuştur. Yani beden bir kumaşın altına saklanıp infaz edilmeye başlanmıştır.

Cezanın bedene yönelik olmaması gerektiğini düşünen modern düşünce sistemi kendisine şu soruları yöneltmiş ve cevaplandırmıştır. Ceza en katı biçimleri ile bedene yönelmiyorsa neye müdahale etmektedir? Bedeni kurtaran kefaret cezasının yerine kalp, düşünce, irade, ruhsal durum üzerine derinlemesine etki eden bir ceza geçmelidir. Yani “Ceza bedenden çok ruha yönelik olmalıdır.” Artık sadece “Bu suçun faili kimdir?” sorusu yerine “Bu suçun meydana geliş nedeni nedir?” diye araştırılmalıdır. Bir suç işlendiği zaman düş kurma, psikolojik tepki veya bir çılgınlık anı gerçekleşmiş midir bunun araştırılması gereklidir. İç güdüler, ortam ve kültür bir olayı suç kavramı ile açıklayabilir mi buna bakılmalıdır.

Engizisyon mahkemelerinde sorgulama anı çok iyi gerçekleştirilmeli ve sorular itina ile seçilip cevaplar ise bir o kadar iyi analiz edilmelidir. Örneğin gerçek bir suçu ustaca saklayan suçlular varken, masum bir insan eğer işkence ile birlikte infaza doğru götürülüyorsa, işkenceye dayanamayıp işlemedikleri suçları kabul edebilmektedir. Sorgulama emrini veren yargıçla işkenceye tutulan kuşkulu kişi arasında adeta düello vardır. İşkenceye dayanan ve suçunu itiraf etmeyen kişiye yine suçlu olarak bakılsa da tamamen suçlu sayılmaz ve artık ölüme mahkum edilemez. Yargıç yaptığı işkenceler sırasında kuşkulu kişinin söylediği cümlelerden kanıt çıkarmaya çalışır. Suçluluk ancak tüm kanıtların bir araya gelmesiyle başlamaktadır. Suçluluk bir suçlunun teşhisine olanak veren unsurlar tarafından parça parça oluşturulmaktadır. Yani bir yarı-kanıt tamamlanmadığı sürece kuşkulu kişiyi masum hale getirmemektedir onu yarı suçlu yapmaktadır.


Ortaçağ’da suçlu suçunu kilise önünde itiraf etmekteydi. Ve ardından işkenceye maruz kalmaktaydı. Dar ağcında suçun ve adaletin yerine getirilmesini kamuya ilan etmekteydi. Gerçek azap çektirmenin hakikati açığa çıkarma işlevi vardır. Bu açıdan sorgulama işi halkın gözü önünde bile sürmektedir. 

Adalet, işkenceye uğrayanın bedeninde halka açık ölçüde meşrulaşmaktadır. Bunun nedeni mahkum can çekişmeden ölürse, bu Tanrı’nın onu korumak ve umutsuzluğa düşmesini engellemek istediğinin kanıtı olacaktır. Acı çektirmek yargıçların hatasını, suçlunun iyiliğini kötülüğünü ve insanların yargısıyla Tanrı’nın yargısı arasındaki uyumun ölçümünü gösterir. Ortaçağ’da suç ve ceza kavramına bakış açısı tam olarak böyledir.

Adli işkence aynı zamanda iktidarın kendini dışa vurduğu törenlerdendir. Suç asıl kurbanın dışında hükümdara da saldırmaktır. Çünkü yasa hükümdarın iradesidir. Yasayı çiğnemek ve yasadışı davranmak hükümdarın kendisine yapılan bir yanlış olarak algılanmaktadır.

Ceza uygulama yöntemleri geçmişten günümüze modernitenin suça yaklaşımı ile değişmeye başlamıştır. Modern düşünce katillere bile verilen cezaların insani saygı çerçevesinde olması gerekliliğini doğurmuştur.18. yy sonlarından itibaren kanlı suçlarda ve fiziki saldırılarda azalma görülmeye başlamıştır. Mülkiyete yönelik suçlar ve hırsızlık şiddetli suçların yani yaralama, cinayet ve darbın yerini almaya başlamıştır. Adaletin yozlaşması ve hakların sefaleti suç oranlarını ve suçlu sayısını çoğaltmıştır. Ceza konusunda ıslahat yapmak isteyen ıslahatçılar eleştiri olarak zayıflık ve gaddarlıktan çok, kötü bir iktidar ekonomisini almışlardır. Kral istediği zaman mahkemeleri askıya alabilmekte, bunların kararlarını değiştirebilmekte ve yargıçların yetkilerini geri alabilmektedir. 18. yy ıslahatlarında ceza, evrensellik ve gereklilik özelliği taşımalı düşüncesi ile ortaya çıkılmıştır. 18. yy yarısından sonra halkın zenginleşmesi ve nüfus artışı ile yasadışılığın hedefi haklar olmaktan çıkmıştır. Artık insanlar mallara yönelik yasadışılıklar yapmaya başlamışlardır. Bu gayrimeşru uygulamaları denetlemek ve bunu yapanın kurtulmasının mümkün olmadığı bir cezanın uygulanması gerekmektedir. Cezalandırma sanatını kurala bağlamak, inceltmek ve evrenselleştirmek, yeni cezalandırma iktidarının yeni bir ekonomisini ve teknolojisini oluşturmak 18. yy ceza ıslahatının varlık nedeni olmuştur. 

Ceza fiziksel şiddet şeklinde olmaktansa daha akli şekilde ve caydırıcı olmalıdır. Örneğin; suçlu çarptırılacağı cezanın infaz ve işkence şeklinde olduğunu bilip suçu işleyebilecek cesaretteyken, cezanın en aza indirgenmiş şekli ile düşünüp yine de cayması gerekmektedir. Örneğin kölelik fikrini ele alırsak, insanlar köleliğin her anını düşünüp bunun bir ömür boyu sürdüğünü varsaydıklarında dehşete kapılırlar. Çünkü insanlar için özgürlük çok önemli bir kriterdir. Ayrıca işkence sırasında suçlunun söylediği her sözün kanıt olarak geçmesi çok anlamsız bir sorgu sistemini beraberine getirmektedir. Çünkü masum bir insan maruz kaldığı işkencelerin sona ermesi için işlemediği bir suçu işlemiş gibi gösterebilir. Bu sebeple modern düşünceyle birlikte kanıtlar amprik araştırmalar yoluyla bulunmaya çalışılmalıdır. Kanıtlar kesin olmadıkça kişi suçlu kabul edilmemelidir. Ayrıca tüm yasa dışılıkların nitelendirilmesi gerekmektedir. Çünkü yasa ihlalinin açık bir şekilde nitelendirilmediği yerlerde cezasız kalma umudunun yeşermemesi gerekmektedir.

Yani sonuç olarak başlangıç noktasına, yasa dışılıkları tam olarak çerçevelemek, cezalandırma işlemini genelleştirmek ve denetleyebilmek üzere ceza iktidarını sınırlandırma projesini yerleştirmek mümkündür.

Fransa ticareti engelleyen çok sayıda kötü kara yoluna sahiptir. Bu durum malların serbest dolaşımını engellemektedir. Bunlardan hiç de geri kalmayan hırsızlar, böylece yol yapımında kullanılacaklardır. “Her zaman görülen, özgürlüğü elinden alınan ve hayatının geri kalanını topluma verdiği zararı telafi etmek için harcamaya zorlanan bir insanın örneği” ölümden daha çok korkutan bir olay olarak algılanmaktadır ve bunun yasadışı işler yapanlara daha fazla öğreteceği şey vardır. Eski sistemde mahkumların bedeni hükümdarın üzerine damgasını bastığı, krala ait bir nesneydi. Şimdi ise daha çok kamu malı, ortak ve yararlı bir sahiplenmenin nesnesi olmaktadır. Kamusal çalışma iki anlama gelmektedir. Birinci olarak mahkum kamuya harcadığı emekle yarar sağlamaktadır; mahkum cezasının karşısında görülebilir ve denetlenebilir durumdadır ve işaretler üretir. Yani suçlu böylece sağladığı emek gücüyle ve ürettiği işaretlerle meydanlarda herkese görünür şekilde hizmet ederek herkesin zihnine suç-ceza işaretlerini sokmaktadır. Bu cezanın ikincil yararıdır ve işin ahlaki boyutudur.

Foucault’a göre cezaların bir bayramdan çok bir okul olmaları, bir törenden çok her zaman açık bir kitap olmaları gerekmektedir. Cezayı suçlu açısından etkin hale getiren süre, seyirciler içinde yararlıdır. Bunlar daimi suç ve ceza sözlüğüne her an başvurabilirler. Cezaların infaz edildiği yere çocukların gelebilmeleri gerekmektedir. Bunlar buralarda yurttaşlık bilgisi dersi almış olacaklardır. Ve eğitimini tamamlamış olan insanlar buralarda yasaları öğreneceklerdir. Ceza yerlerini ailelerin Pazar günü ziyaret edecekleri bir yasalar bahçesi olarak düşünür. Zihinlerin mantıklı bir söylevle, toplumsal düzenin kurulması, cezaların yararı konusunda hazırlanmalarından sonra, genç insanların arada sırada mahkumların korkunç durumlarını görmek için madenlere ve çalışma alanlarına götürülmelerinin faydasından söz eder. Bunu Türklerin Mekke’ye yaptığı Hac ziyaretinden daha yararlı olduğunu savunur.Suçlunun suçunun onu indirgediği güç durum içindeki varlığı halkın ruhuna yararlı bir eğitim getirmelidir. Suçlunun bir bilim nesnesi olmaktan çok bir eğitim aracı olmalıdır.

Toplumdaki geleneksel suç söyleminin devrilmesi için bir başka adımda suçluların kuşkulu ünlerinin halk öykülerinde bahsedilen büyük haydutların destanlarının ortadan kalkması gerekmektedir. Bunun için kavşaklarda, bahçelerde, yeniden yapılan yollarda, ziyaret edilecek maden diplerinde küçük ceza tiyatroları olmalıdır. Gözle görülen bu cezalar kendilerini bu şekilde meşrulaştırmaktadır.

18. yy da da düşünülen bu ceza tiyatrosu yerini 19. yy da yüksek duvarların ardındaki hapishane fikrine bırakmıştır. Hapishanenin rolü kişinin bedeninin rehin almaktır. Foucault’a göre her suç için aynı ceza oranının uygulanması bir hekimin farklı hastalıklara aynı ilacı vermesi ile eşdeğerdir. Hapishane uygulamada kralın keyfine ne kadar fazla bağlandıysa niteliğinde o kadar kaybetmektedir.

İngiltere için hapishane, suç ile hakka ve erdeme geri dönüş arasında “iki dünya arasındaki bir mekan”dır ve devlete kaybettiği uyrukları iade edecek olan bireysel dönüşümler için bir bağ oluşturacaktır. Ruhun ve tavırların dönüşümü amacıyla hapsetme medeni yasalara girmeye başlamıştır.

Philadephia modeline göre atelyelerde sürekli çalışma, mahkumların sürekli meşgul olması söz konusudur. Çalışmaları karşılığında mahkumlara ücret ödenir. Böylece hapishane masraflarını kendileri karşılar, eylemsiz kalmaz ve hapislik süresi bittiği zaman meslek edinmiş olurlar. Gloucester’de olduğu gibi tek başına hücreye konma cezası herkesi kapsamaz. Bu sadece ağır suçlar için var olan bir durumdur. Ayrıca hapis süresi Gand’da olduğu gibi mahkumun hal ve gidişatına göre değişebilmektedir.

Fransız, İngiliz ve Amerikan modellerinin benzer noktaları şunlardır. Islah yerleri kendilerine ödev olarak bir suçu silme değilde, yeniden işlenmesini önleme işlevini yüklemektedirler. Ceza kendiyle birlikte belli bir ıslah tekniği taşımalıdır. Ceza sistemi bireysel çeşitliliğe açık olmalıdır. Bireysel ıslah, bireyin hukuk öznesi olarak yeniden nitelendirilmesini, işaretler sürecinin güçlenmesi ve dolaşıma soktukları temsiller aracılığıyla sağlamalıdır.

18. yy da üç cins cezalandırma iktidarı örgütleme tarzı karşısında olduğu söylenebilir. 1) Hala işlenmekte ve eski monarşik hukuktan destek almalıdır. Diğer ikisi, toplumun tümüne ait olması gereken bir cezalandırma hakkının önleyici, yararcı, ıslah edici kavranışına atıfta bulunmaktadır. Ama bunlar resmettikleri olanaklar düzeyinde birbirlerinden çok farklılardır. Cezalandırma monarşik hukukta bir hükümdarlık törenidir. Islahatçı hukukçuların projelerinde cezalandırma, bireyleri hukuk özneleri olarak yeniden nitelendirmeye yönelik bir süreçtir. Damgalar değil işaretler ceza sahnesinin en hızlı şekilde dolaşımını ve mümkün en yaygın kabulünü sağlaması gereken şifrelenmiş temsil bütünleri kullanmaktadır. Hapishane sisteminde cezalandırma bireylerin bastırılmasına yönelik bir tekniktir.

Tabi kılınabilen, kullanılabilen ve geliştirilebilen bir beden itaatkar bedendir. 18. yy da itaatkarlık şemalarına çok ilgi duyulmaktaydı. Bu teknikle artık beden çözülmez bir bilim ve kitle olarak görülmemektedir. Bedeni ayrıntılı işlemek ve üzerine ince baskı uygulayıp mekanik düzeydeki zaptetmeleri sağlamak söz konusudur. (jest, mimik, tavır, hızlılık) Bedene itaatkarlık sağlayan bu yöntemlere “disiplinler” adı verilir.

Disiplin önce bir eylemin mekan içinde dağıtılması işine girmiştir. Bunun için pek çok tekniği devreye sokmaktadır.

· Disiplin bazen çitlemeyi; diğerlerine göre türdeş olmayan ve kendi üzerine kapalı olan bir alanın özelleştirilmesini talep eder. Disipline yönelik monotonluktan korunmuş olan yerler örneğin kolejler, yatılılık ve fabrikalardır. Kışlalar orduyu, serseri kitleyi sabitleştirmek, yağma ve şiddet olaylarını engellemek, halkı sakinleştirmek, askerden kaçmayı durdurmak, harcamaları denetlemek gerekir. Fabrikalar ise açık bir şekilde manastıra benzetilmeye çalışılmıştır.

· Çitleme ilkesi disiplin için yeterli değildir. Çerçeveleme yöntemine göre her kişiye kendi yeri her yere bir kişi denk gelir. Gruplar halindeki dağıtımdan kaçmak; ortaklaşa yerleşimleri çözmek için bu gereklidir. Disiplin mekanı, dağıtıma tabi tutulacak ne kadar beden veya unsur varsa o kadar parsele ayrılmaya yöneliktir. Belirsiz dağıtımlar bireylerin denetimten uzaklaşmasına yol açar. Tehlikeli kitlelerin oluşmasını engellemek için bu teknik geliştirilmiştir. Bu analitik mekan manastırların hücresidir. Bireyin bedeninin ve ruhunun yalnızlığını hissedebileceği şekilde düzenlenen yatakhaneler buna örnektir. Yatakhaneler ortak olsalar bile yatan kişilerin birbirini göremeyeceği şekilde düzenlenmişlerdir.

· İşlevsel yerleşimler: Bu durum hastalıkların tıbbi olarak gözetim altında tutulmaları, asker kaçakları üzerinde askeri denetim, mallar üzerinde vergi denetimi, kayıplar, iyileşmeler, ölümler vb. üzerindeki idari denetim şeklinde gerçekleşir. Hastaların tek tek gözetimde olması bireyselleşmeyi doğurmuştur. 


Bireyselleştirici çerçeve ilkesi 18. Yy sonlarına doğru ortaya çıkan fabrikalarda karmaşık hale gelmiştir. Bu karmaşıklığın çözülmesi için fabrikanın iç mimarisinin yardımıyla işçilerin emekleri ve hızlılıkları birbirleri ile yarıştırılmaktadır. Bu sayede güç, hız, beceri, süreklilik gözetim altında tutulmaktadır.

1762 ile yeni bir öğrenim zamanı ekonomisi düzenlenmiştir. Okul hem öğreten hem gözeten işlevselliğe sahip bir mekan olmaya başlamıştır. En yüksek notlara sahip olan öğrenci duvara yakın oturmaktadır. Ebeveynleri ihmalkar öğrenciler, temiz öğrencilerden ayrılırken, inançsız bir öğrenci iki imanlı öğrencinin arasına konulmaktadır. Bunun amacı iktidarın kendi söylemlerini kişilerin benliğiyle özdeşleştirmeleri için eskisi gibi baskı yöntemi kullanmaması bizzat zıtlıkların varoluşuyla bunu gerçekleştirmesine dayanmaktadır. 

İktidar kendi söylemini topluma kabul ettirmek istemektedir. Çağ değiştikçe iktidarın isteği hep aynı kalmıştır fakat yöntemleri değişmiştir. İlk zamanlarda beden ile hükmettiğini göstermeye çalışan iktidar zamanla bunu insanların bedeninden ruhlarına getirdiği özgürlük sınırlaması ile uygulamaya başlamıştır. Modern çağdan itibaren hükümdara olan yarardan daha fazla toplumsal yarar düşünülmeye başlamıştır. Bu yüzden hapishaneler ve çeşitli modern kapatma mekanları iktidara göre topluma yarar sağlamayan kişileri damgalama yoluyla kapatma uygulamakta ve onları toplumdan çıkarmaktadır. Çünkü her birey topluma hizmet etmelidir ve iktidarın üretim politikalarına uygun şekilde davranışlar sergilemelidir. Baskı yöntemi uygulamaktan kaçınan hükümdar kendi gözlerini gizliden de olsa halkın üzerinde hissettirmek için çeşitli yöntemler uygulamıştır. Buna Bentham’ın Panapticon’unu örnek verebiliriz. Panapticon iktidarın insanları sürekli kontrol ettiğini göstermeye yarayan bir mimari sistemdir. Etrafında hücrelerin bulunduğu upuzun bir kuledir. Hücrelerde kalan suçlulular Panapticon’dan sürekli gözlendiklerini görür ve ona göre davranışlarını düzgün tutmaya çalışırlar. Fakat ortada gerçekten bir gözetleyenin olduğuna dair kanıt yoktur. Fakat mahkumlar kendilerini gözetlendiklerine şartlandırarak hareket ederler. Böylece iktidar sürekli görünür kalmayı başarır. Bu düzenek insanları otomatikleştirerek bireysellikten çıkartmaya ve hepsini birbirleri ile benzetmeye başlamıştır. 

Ayrıca Foucault’a göre hapishaneler suçluları bastıracağı yerde onlara daha güçlü bir çevre hazırlamaları için ortam sunmaktadır. Hapishanede suçlular kendilerine benzeyen diğer suçlular ile işbirliği yaparlar ve daha büyük suçlar meydana getirmeyi planlayabilirler.


İlk Foucault okumamdı ve fikirlerimi sizlerle paylaşmak istedim. Foucault, üzerine çok daha derin konuşulacak eserler ortaya koymuştur. Sıradaki okumam "Deliliğin Tarihi" olacaktır. Sizin de Foucault veya onun eserleriyle ilgili paylaşımlarınız olursa okumaktan büyük zevk duyarım.

Zaman ayırdığınız için teşekkürler... 


3 yorum:

  1. Evetttt..... Şimdi Aslıhan bunu nasıl yapıyorsun bilmiyorum, ama bu kadar yazıyı üşenmeden yazabilme gücü var ya sende bence prof. olma yolunda önemli bir yeteneğe sahipsin. :) Hemen Yüksek Lisan sonra doktora ve işe yr.doç. doç. prof..... ve tabi ki yazdığın o değerli kitaplar. :D sayende birini daha tanıdım ya çok çok çokk farklı bakacağım bir başka konu daha oldu. Hapishaneler. İşin en ilginç tarafı Aslıhan, geçmişte herkesin önünde suçlu olduğu iddia edilen infaz edilirken milletin onu izlemeye gelmesi nasıl bir toplumsal bilinç? Bu bugün recm mantığıyla kadının ya da erkeğin toprağa gömülüp sonra onlara taş atan halkla aynı kafa. İnsanlar bunu nasıl yapabiliyor. Hayatın bizlere öğrettiği kadarını mı oluşturuyor düşüncelerimiz. Sonra tam tersi olduk. Sokakta suçlu da olsa şiddet görmek istemiyoruz. Bu da zamanın getirisi.

    İnsanoğlu çok farklı bir yaratık. Hapishaneler noktasına gelirsek bence de suç oranını artıran bir etkene sahip. Tek odalı f tipi olanları olsa da suçu azaltmaya yetecek bir caydırıcı etki oluşturmuyor, çünkü bizleri suçsuz yapan gerçek suçu gerçekleştirecek bir zamana da bulunmuyor olmamız. Kaç kere nefret ettiğim adamın kafasına silah dayadım da ona rağmen suç işlemedim. Cinnet geçirme olayından bahsetmiyorum bile. Umarım suçtan uzak kalacak bir hayatımız olur. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yorumun için çok teşekkür ederim Serkan. Bu analizimi okulun kütüphanesinde yazmıştım. Okuduğum bölüm ve hocalarım sağolsunlar bizleri böyle değerli kaynaklarla tanıştırdılar. Keşke hayatımız boyunca danışabileceğimiz ve bizi farklı değerlerle karşılaştıracak hocalarımız yanımızda olabilse. Bende blog takipçilerimi mahrum etmek istemedim. Foucault gibi bi sosyal teoristin yanında, benim bir eser ortaya koymam için daha çok yol katetmem gerekiyor.

      İnsanların işkence yapılan meydanda toplanmak için can atmıyorlar aslında, bu toplanma onlarda bir seremoni halini almış, iktidarı üstünde ağırlık hissetmeyenler bu seremoniye hayranlıkla bakmakta fakat diğerleri bu durumdan rahatsız olup korku altında hissetmektedirler. Böylece düşünme gücünü köreltiyorlar.

      Hapishaneler, yani kapatma insanın suç işlemesinin önüne bir engel koymuyor hatta suçu artırıcı özelliklere de sahip. Şimdi, ee napalım yani asmayalım da besleyelim mi diyenler de olacaktır. Bu yüzden suç işlemekten caydıracak farklı fikirler düşünmeli ve o yönde bir politika izlemeliyiz. Korkutarak bunu sağlamamız çok düşük bir ihtimal.

      Sil
  2. İlk başta Foucault senin gibiydi. :) Ona da arkadaşları senden prof. olur diyordu.. :)))) Korku toplumları yönetme şekli. Dinler olsun, hükümetler, padişahlar hep bu refleksin üzerinden kazanç sağladılar. Şu an ki hükümet gibi. Bence önce yönetenleri değiştirmek lazım. :D onlar yüzünden suçlu oluyor insan...

    YanıtlaSil

Zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Yorumlarınızı beklerim.

Recommendations by Engageya