12 Ocak 2015

Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri

Kitabın yazarı: Irvin D. YALOM

Kitabın yayınevi ve yayın yılı: Remzi Kitabevi Ekim 2013 / 25. Basım

Kitabın Çevirmeni: Handan Saraç


Yazarın kitabı yazarken yararlandığı bilimsel disiplinler: 


Psikoloji, Sosyoloji, Felsefe, Tarih, Edebiyat



Yazarın savunduğu savlar: Yalom, “Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri” kitabı aracılığıyla, bizlerle, hastalarıyla gerçekleştirdiği psikoterapi seanslarından seçtiği on psikoterapi öyküsünü paylaşmaktadır. Sunuş bölümünde yazıya aldığı öykülerin, sahipleri tarafından, onların istediği ölçüde değiştirilip perdelendiğini özellikle vurgulamıştır. Yalom’un bu on öyküsüne dışarıdan ve objektif bir gözle baktığımızda psikoterapi yöntemlerini şekillendiren en genel savının varoluşçu psikoloji olduğunu görmekteyiz. Öykülerin kahramanları genel olarak, ölüm, korku (genellikle kaybetme ve ölüm üzerine) ve varoluşsal kaygı taşımaktadırlar. Kitabın satırlarından psikoterapi seanslarında bulurken kendimizi, Yalom’un uyguladığı seanslarda hastaya güçlü bir empati uyguladığını görmekteyiz. Psikiyatristin (kendisinin) hastaya olan bakış açısı, kontr-transferansları ve ön yargıları hakkında cesaretli bir öz eleştiri yapması Aşkın Celladı’nı diğer psikoterapi kitaplarından ayıran önemli bir özelliği.

Kitabın bölümleri seansların sayısına göre ayrılmıştır. Bölüm başlıkları, seans isimleri şu şekildedir.

  • Aşkın Celladı
  • “Tecavüz Yasal Olsaydı”
  • Şişman Bir Hanım
  • “Yanlış Çocuk Öldü”
  • “Benim Başıma Geleceğini Hiç Düşünmemiştim”
  • “Usulca Gitme” 
  • İki Tebessüm 
  • Üç Açılmamış Mektup 
  • Terapide Tek Eşlilik 
  • Sahibini arayan Düşler

Yalom’un tırnak içerisine aldığı başlıklar, hastaları tarafından kurulan cümlelerdir. Özellikle “Usulca Gitme” öyküde adı geçen hastanın kendi koymak istediği başlıktır. Ve benim de en çok beğendiğim, kendime kattığım başlık da “Usulca Gitme” oldu. Çünkü söylerken duygusu derinden geliyor.

Birinci bölüme konu olan “Aşkın Celladı” öyküsünün neden kitaba ismini verdiğini bir türlü anlayamadım. Belki de çok anlamı yoktur. Sadece ilk bölümde yer aldığı için kitap ismi olarak kullanılmıştır diye düşünüyorum.

Aşkın Celladı’nı henüz okumadan, tepki toplayan bir kitap olduğu konusunda birçok haber okumuştum. Bana çok mantıklı gelen tepkilerdi bunlar. Özellikle psikoterapi gibi ses kaydının bile alınmaması gereken tedavinin bir kitap haline getirilip piyasaya sürülmesi pek ahlak sınırları içinde bir davranış gibi gelmiyordu. Hala böyle düşünüyorum. Fakat Yalom’un hastalarına ve onların yaşanmışlıklarına saygı duyduğu, öykülerinin bir taslağını onlara yollayıp, çeşitli sınırlama hakkını onlara vermesi kitap için tepkimi azalttı. Yine de Türkiye'de gerçekleştirilen terapiler için, henüz psikolog zihniyetini bile kabul edemediğimiz şu süreçte bunun tehlikeli bir davranış olacağını düşünüyorum.

Öykülerin özetini geçmek istemekle birlikte bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Bu yüzden sadece altını çizdiğim ve aile danışmanı adayı olarak kendime kattığım yerleri paylaşacağım. 

“Tecavüz Yasal Olsaydı” öyküsünde kanser hastası olan Carlos’un cinselliğe ve ölüme ilişkin duygularını paylaştığı bir terapi sürecinden bahsediyor Yalom. Carlos psikiyatri seanslarına grup terapilerini de ekleyerek dış dünyayla iletişiminde iradeli bir yol çizmeye çalışıyor kendisine. Burada Carlos “kanser” hastası olduğuna ilişkin gerçeği saklamaktan yana bir tavır sergiliyor. Fakat bu gizlilik grubun aralarında kurduğu zinciri zayıflatmaktan başka bir işe yaramıyor. Ancak Carlos hastalığı hakkında konuştuktan sonra grup tarafından kendisine güven duyulmaya başlanıyor. Bu durum günlük hayatımızda, yeni bir ortama adapte olmaya çalışırken de böyledir aslında. Yeni bir sınıfa dahil olduğumuzda, yeni bir oda arkadaşı edindiğimizde hatta evliliklerde bile bu böyledir. Eşler birbirleri hakkında her konuda bilgiyi edindikten sonra ilişkiyi rayına oturtabilirler ve kendilerini güvende hissederler. Kendimden bir örnek olsun; yurtta olan ilk günümde oda arkadaşlarıma belki de onları bunaltana binlerce soru sormuştum. Her aldığım yanıta karşılık onlarında bana soruları olmuştu ve böylece bir güven bağı sağlamıştık.

Birçoğumuz kalabalığın, statü olarak yüksek insanların önünde konuşmaktan, sunum yapmaktan çekinir bu konuda stres yaparız. Carlos’un da bu konuda sıkıntı çektiğini görüyoruz öyküsünün bir kısmında. Yalom’un Carlos için düşündüğü yöntem benim için de işe yaradı diyebilirim. Carlos, konuşma yapmaya başladığında acaba benim görünüşüm şuanda nasıl telaşına düşen bir hasta. Ve iyileşmek adına sürekli şu cümleleri tekrarlamıştır. 
“Ben, ayakkabılarım değilim.”,



“Ben, işim değilim.”
Evet aynen böyle “Ben dış görünüşüm, elimdeki diplomam, doğduğum yer, mesleğim veya varoluşumun bana verdiği kimlikten başka biri değilim.” şeklinde düşünmeliyiz. Eğer bu şekilde kaygılarınız varsa bir deneyin, iyi hissettirecektir.

Yine Carlos’tan devam ediyor altını çizdiklerim. Carlos’un hikayesinde çok yönlü bir kaygı olduğundan, Yalom değindiği konuların çerçevesini geniş tutmuş.

“Bir insanın ölümle yüzleşme şekli, anne babasının ortaya koyduğu örnekle belirlenir.”

Özellikle anne babalarının ölümüne şahit olan insanların, anne babalarının yaşlarına geldiklerinde veya daha öncesinde ölüme dair kaygılarının ve gördüğü düşlerin metaforlarını incelersek, anne babalarının ölüm şemalarıyla karşılaşırız. Bu yüzden anne babalara düşen belki de en önemli görevlerden biridir ölüm kavramını çocuğa açık sözlü fakat doğru şekilde öğretmek. Ayrıca ölüm öncesinde beden ne kadar yorulsa da onu çocuğa fazla yansıtmamaya çalışmak. Sinema veya dizilerde hatta gerçek yaşamımızda da karşılarız, kanser hastası kişilerin çocuklarına bunu göstermeden hastalığı yenmeye çalıştıklarını, tabi ne kadar başarılı olurlarsa...

Şişman Bir Hanım öyküsünde Yalom’un bahsettiği hasta Betty, başlığından da anlaşılacağı üzere geniş bir bünyeye sahip. Yalom’un kontr-transferans olayından en sık bahsettiği öyküydü bu. Çünkü Yalom şişmanlardan hiç haz etmeyen, şişman kadınların, onun kafasında tasarladığı zayıf, narin, hatları belli olan kadın bedeninin kutsal olduğuna dair düşüncesine saygısızlık ettiğine inanmaktadır. Ama her şeye rağmen, kendisinin de öncelikle ailesinde gördüğü şişmanlıkla ilgili ön yargılarından arınması gerektiğine inandığı için Betty’ye seans uygulamayı kabul etmiştir.


“Benim Başıma Geleceğini Hiç Düşünmemiştim” öyküsüne konu olan hasta yani Elva, kendisinin özel olduğunun bilincinde bir insan. Yalom’un özel hissetmekle ölüm kaygısı üzerine güzel bir sözü var.

“Biz insanlarda özel olma duygusu vardır. Bu ölüm dehşetini yumuşatır ve bizi yaralanmaz hissettirir. Yazgımızı farklı hisseder, biyolojik yazgının ötesinde yaşarız.”

Yalom’un değindiği konu çok önemli, bizlerin, özellikle de modern çağ insanının hastalığıdır özel hissetme duygusu. Evet özeliz, ailemiz için, çevremiz için. Fakat bu özel hissetme duygumuz biyolojik yazgının ötesine götürürse, en ufak bir yara alışımızda kendimizle ilgili büyük çaresizliğe bürünürüz.

İki Tebessüm öyküsüne konu olan hastanın ismi Marie. Kendisi oldukça çekici ve savunduklarını cesaretle söyleyen bir kadın. Hayatının rotasını kaybedip psikiyatra başvuranlardan. Yalom burada psikiyatr olarak sınırlarının ötesine gittiğini kabul ediyor. Seanslardaki muhabbetleri soğuk değil samimi. Marie’nin çevresine psikiyatrlarla ilgili şakayla karışık söylediği bir tanım var ki gerçekten insana tebessüm ettiriyor.

“Psikiyatrlar önce kiracınız, sonra babanız daha sonra da size köpeğinizi öldürtürler.”

Yalom’un Marie hakkında yazdığı son cümle de etkileyiciydi.
“ Derinde boşluk hisseden insanlar hiçbir zaman başka eksik insanla iyileşemezler. İki kırık kanatlı kuşun eşleşmesi hantal bir uçuşa yol açar.”

Üç Açılmamış Mektup öyküsünün sahibi Saul ise ölümün insanın dünyada bıraktığı tüm izlerinin yok edeceği kaygısına kapılan bir hasta ve diyor ki:
“Ben çocukken, yetişkin olan kimse hayatta değil. Bu durumda ben de çocuk olarak ölüyüm.”
Hayata bir iz bırakamadığı düşüncesi bir yaştan sonra insanlarda geç kalmışlık duygusuna kapılmasına neden oluyor. Bizim ülkemizde bu geç kalmışlığı aşmak için dünyaya bir iz bırakmak, çocuk doğurmak anlamına geliyor. Fakat kendisini Saul gibi bilime adayan insanlar için durum böyle değil. Bazen de büyük işler başarmış insanlarda bu durum gözlenebiliyor. Bunun nedeni, biyolojik yaşı ve onun getirdiği bedensel yavaşlamayı kabul etmemektir. 


Terapide Tek Eşlilik öyküsünde adı geçen hasta Marge. Kendisini tüm negatifliği ile gören ve ağır depresyonda olan bir insan. Bazen kendisini öylesine dipte görüyor ki Yalom’a saatin kaç olduğuna bakmazsızın ulaşıp kısa bir telefon seansı talep ediyor. Yalom’un depresyonu tanımlayan şu cümlesi hoşuma gitti.


“Konuşan senin depresyonun Marge, sen değilsin. Depresyonun iyi yanı –tek iyi yanı- her zaman sona ermesidir.”
Marge, Yalom’u en zorlayan hastalarından biri oldu. Her zaman kendisini statü olarak çevresinden aşağıda gören ve sürekli kendisini aşağılayan bir insanla baş etmek ne kadar kolay olabilir ki? Yalom, Marge ile yaptığı seanslarda bir uyanışa neden olmak istiyordu (diğerlerindeki gibi) . Çünkü Marge çevresinden işittiği cümlelerin kendisine bakış açısını etkilemesine izin verecek kadar zayıf bir hastaydı. Yalom’un uyguladığı tekniği çok başarılı buldum. Şöyle diyordu:

“Benim terapist olarak görevim kendimi kullanım dışı bırakmak ve hastanın kendisinin ana babası olmasına yardım etmektir.”

Evet böyle olmalıydı çünkü, kendi sorunlarını başkasının yardımıyla çözen insanlar, kendisi dışındaki desteğe her daim muhtaç olacaklardır.

Marge öyküsünde Yalom’un bahsettiği bir konuya önem verdim. Hastalar terapistlerinin sadece kendilerine ait olduklarına inanmak isterler. Böylelikle kendilerini hasta psikolojisinden çıkarabilirler ve biricik olduklarını hissettiklerinden daha açık sözlü olabilirler. Bu konuda Yalom şöyle diyor:
“Hasta ve terapist arasında tek eşli bir bağ vardır. Bazı terapistler hastaların birbiriyle karşılaşmaması adına biri giriş diğeri çıkış olmak üzere 2 kapı yaptırırlar.”
Yalom'un kendisi de hastalarına bu saygıyı duyduğu için, hastalarını bekleme odasında karşılayarak birlikte odaya girmektedir. 

Yalom’un bir hastasıyla planladığı terapi sürecinin bitiminden 1 sene sonra onlara randevu vermesi ve bu görüşmede onla yaptığı ilk seansın ses kaydını dinletmesi aklıma yatan diğer bir yaklaşım oldu. Ses kaydı alınmasını hasta açısında pek uygun bulmasam da seanslar sonrasında terapistin, hastanın söylediği vurgulu cümleleri kaydetmesi önemli diye düşünüyorum. Bunu uygulayan Yalom, bu eski ses kaydının kime ait olduğunu bilemeyen hastalarından bahsediyor son olarak. Bence bir terapistin “işte oldu, tamamdır” diyerek tedaviye koyduğu son nokta budur.




Aşkın Celladı beni on ayrı serüvene çıkardı. Diğer kitaplarda sadece hastaların hikayesini okuyan bizler, terapistin rolünü ve hastalara dair düşüncelerini de Yalom’un  cesur kalemi ile görmüş olduk.





Irvin D. Yalom Kimdir?

Irvin D. Yalom (d. 13 Haziran 1931) Rus kökenli Yahudi asıllı ABD'li psikiyatrist, varoluşçu, psikoterapist, yazar ve eğitimci. Birçok popüler esere imza atmış olan Yalom ünlü bir psikoterapisttir. En popüler eseri Nietzche Ağladığında'dır (When Nietzsche Wept). ABD, Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde psikiyatri profesörlüğü yapmaktadır.




4 yorum:

  1. güzel kitapmış..okumak gerekir..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, özellikle psikoloji sevenler için. Yalom'un zeka dolu yöntemleri alıp götürüyor, tavsiye ederim :)

      Sil
  2. Irwin Yalom'un Nietsche Ağladığında'sını okumuştum ve beğenmiştim. Bu da herhalde Bir Psikiyatristin Anıları tarzı bir kitap. Ekleyelim bakalım bunu da listeye. Teşekkürler. :)

    YanıtlaSil
  3. Ben de Nietsche Agladiginda yi merak etmekteyim.. :) ben tesekkur ederim :)

    YanıtlaSil

Zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Yorumlarınızı beklerim.

Recommendations by Engageya