Yazan : FUNDA ÖZŞENEROyuncular
Yöneten : METİN BELGİN
YEŞİM GÜL
EBRU AYTÜRK EVREN
Süre: 75 dk
"1922 yılı İzmir’inde, “Amane” kahvelerinde şarkı söyleyen Eleni ile sokaklarda yaşayan Lena’nın hayatları kesişir. İki kadın savaşın kaosunda, ‘gitmekle kalmanın’ sanrıları arasında kendi yazgılarına sürüklenir. Toprağından sökülüp atılanların kültürüne, müziğine ve trajedisine farklı bir bakış…"
İstanbul Devlet Tiyatroları şu sıralar Funda Özşener tarafından kaleme alınan, Metin Belgin tarafından yönetilen Sevgili Hayat'ı sahneliyor. Oyun kısaca özetlenirse, iki kadının kaderlerinin benzerliğinin bir ortaklığa dönüşünü, çaresizlik, aşk ve savaş temalarıyla ve iki güçlü performans ilse anlatan bir dramı konu alıyor. Seyircisini Lena'nın hayat dolu dansı, Eleni'nin "sevgili" yaşanmışlıklarının getirdiği ağırbaşlılığı ile etkilerken, hikayeye duygu aşılayan şarkılar sayesinde bir Ege havası aldırıyor.
İzmir doğumlu bir oyun yazarı Funda Özşener..
Bunu herkes bilir, İzmir doğumlularda bir tutkudur doğdukları şehir.. Funda Özşener de bu tutkusunu tiyatro gibi canlı bir duyguyla paylaşmak istemiş anlaşılan. Özellikle karakterlerinin analizini çok doğru yaptığına inandığımı söylemeliyim. Bu karakterleri kurgularken nelerden esinlendiğini merak ettim doğrusu. Eleni ve Lena'nın farklı enerjilerini göz önünde bulundurarak yan yana dengede durmasını sağlayacak, hatta seyircinin "bir dakika ne oluyor Lena, Eleni mi? Eleni Theodara mı?" sorgulamasına itecek merak uyandırıcı bir metin ortaya koyduğu ve bizleri düşünmeye teşvik ettiği için tebrik ederim Funda Özşener'i.
Amane kahvesinde hayata farklı bakan iki güzel sesli kadın...
Savaşın ortasında iki kadın, birisinin geçmişi diğerinin geleceği ilham veriyor şarkılarına, danslarına ve yaşama isteklerine.. İlginç bir hikaye güçlü oyunculuklar birleşince seyirciye de keyifle o duyguya kapılmak kalıyor. Eleni, kendini bildiğinden beri güzel sesiyle burada şarkı söyleyen ve mekan sahibi Dimitri tarafından pek sevilen bir karakter. Geçmişini sakladığı Amane kahvesi Lena ile yolları kesiştikten sonra onların kaderlerinin düğüm yeri oluveriyor. Bir süre sonra Eleni'nin geçmiş anılarını, Lena'nın gelecek heveslerini kaldırmayan Amane kahvesi, her ikisi için de küçük gelmeye başlıyor, tabi en çok Lena için...
Yeşim Gül'ün profesyonelliği, Ebru Aytürk Evren'in dikkat toplayan performansı
Yeşim Gül'ü hiç canlı seyretme fırsatım olmamıştı. Ama beni hislerimde yanıltmadı. Ekranda ne kadar asilse en az o kadar asildi sahnedeki duruşu. Metnin savunmasız kaldığı zamanlarda imdada bir bakışıyla yetişen bir oyunculuk yeteneği bu. Ağırbaşlı duruşun sergilendiği sözsüz sahnelerde, çoğu oyuncu metnin anlam boşluğuna sürükler seyirciyi, fakat Yeşim Gül gibi profesyoneller bu sessizliği seyircide merak duygusunu ortaya çıkarmaya yönelik başarılı şekilde işler. Ebru Aytürk Evren ise oyunu izlemeden edindiğim ön yargılarıma çok güzel yanıt verdi performansıyla. Hele bir zeybetikosu vardı ki izlemeye değer. Ayrıca fıçının içinde sergilediği performans beni bile korkuttu. Merak ettim acaba hiç sahneden aşağı yuvarlanmış mıdır?
Theodora, Eleni, Lena
Oyun boyunca Theodora'yı hiç görmüyoruz, Sadece ana karakterler onun hakkında konuşurlarken kafamızda şekillendiriyoruz bu yan karakteri. Oyunun bir de bu başarısı vardı, yan karakterleri soyut haliyle bile tanıtabildiler seyirciye. Yani karakterlerin betimlemesi güzel işlenmişti. Lena için Eleni ne ise Eleni için de Theodora oydu. Sanırım tek farkları, Eleni'nin göstermeye korktuğu müthiş fedakarlık duygusuydu. Hayat Eleni için bir "sevgili". Aşka karşı duruşun sadece inancını kaybetmekten değil, önsezilerinin yıllar ile güçlendiğinden olduğunu anlatıyor bize.
Oyunun bazı yerlerinde Lena'nın, Eleni'nin gençlik halinin yansıyışı olduğunu, oyunun tek bir karakterin hayatını anlattığını düşünüyor insan. Hatta belki de bu yüzden Lena'yı somut Theodora'yı soyut bırakıyor metin. Sonuçta Theodora, Eleni'nin henüz yaşamadığı geleceğinde saklı...
Dekor tamamlanmayı bekliyor
Salona girdiğimizde oyuncuların giriş çıkışını yaptığı, kayalığa benzer yapıda iki kapı ve o alanın ortasına gelişigüzel serpiştirilmiş 7-8 tane sandalye atıldığı bir sahne ile karşılaşıyoruz. Sahneye işlenen mekan, 1922 yıllarında ünü fazlasıyla yaygın olan, zengin müziğinin yapıldığı iddia edilen Amane kahvelerinden biri. Amane kahvelerinin ismi ise o kahvelerde söylenilen "aman, aman" nidalarıyla süslenmiş şarkılardan geliyor.. Düşündüğümde, oyuncuların kostümleri ve ortaya bırakılan sandalyeler olmasaydı orasının bir kahve olduğuna inanmamız zorlaşırdı. İzmir, bana kalırsa dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Orasının tadı, kokusu ve dokusu ile ucundan da olsa yansıtılmasını isterdim. Özellikle sahilde geçen bölümde Lena'nın tekneyi gördüğüne inanmak için zorlandım. Orada Lena'yı oynayan Ebru Aytürk Evren ezberi altından "Bakın orada bir tekne var!" dipnotu vermek zorunda kalıyor. Bu sebeple dekorun oyuncuyu çaresiz bırakan bu sahneyi sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Belki birkaç görsel yardımıyla seyirci algısını genişletebilir sahneler.
Son Notlar
Bilmiyorum mümkün müdür ama dekor konusunda birkaç ekleme yapılırsa, şivenin kullanılması çok önemli değil ama birkaç Rumca kelime kullanılırsa ve müzikleri canlı çalma imkanı olursa oyun alır, yürür diye düşünüyorum. Ama tüm bunların birer gösteri malzemesi olduğunu düşünürsek, oyuncuların ve metnin ustalığıyla da güzel bir oyun olduğunu söyleyebiliriz. Gidip izlemenizi tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Yorumlarınızı beklerim.